THE BOOK OF ŞIK – Shift Del Konteynırı -


“The Book Of Eli” adlı bir film izlemiştim. Adına ister distopik deyin ister fantastik, güzel yer yer aksiyon sahneleriyle süslü bir film… Kısaca özetlemek gerekirse filmi; Eli (filmin başkarakteri) bir kitabın tek kopyasını okuyor, ezberliyor, koruyor… Deyim yerindeyse o kitabın misyonerliğini yapıyor. Derken filmin sonunda Vatikan tarzı bir yere ulaşıyor ve orada o ezberlediklerini söylüyor diğerleri adli kâtip edasıyla yazıyor.
Bir kopya…
Korunması için elinden geleni yapan bir adam…
Ve kitabın çoğaltılmasıyla, mutlu son...

İşte bu film takıldı aklıma Şık’ın kitabı pardon kitap taslağının başına gelenleri izleyip okudukça… İnsan ister istemez merak ediyor. Hani doktor hastasına; şeker, unlu mamuller, tuz vs. gibi bazı besin maddelerini yasaklar ya ama biz arada kaçamak yaparız. İşte bu da öyle bir şey; yasak( hem de en afillisinden) ama içten içe de bir yerlerde çıksa da okusak havası sarıyor insanı. Herkes bir şeyler yazdı, söyledi kitap hakkında;
“ Örgüt dokümanıymış”
“Kitabın şurasına burasına notlar alınmış.”
“Cumhuriyet tarihinde ilk…”
“ Kitabın PR çalışması yapılıyor(ki bana göre çok talihsiz bir açıklama)”
Ve daha neler neler yazmakla bitmez…
Sonra eski defterler açıldı. Kazım Karabekir Paşa’nın yakılan kitabı gündeme getirildi.  Ama ne hikmetse iktidarından-muhalefetine, işçisinden- dişçisine herkesin buluştuğu tek nokta, olayın üzüntüsü… Bir de benim anlamadığım bu Özel Yetkili savcılara yetkiyi hükümetin kendisi veriyor sonra da olay hakkında üzüntülerini dile getiriyor. İnsan yetki verdiği kişileri hiç denetlemez mi? Yoksa yetki verdiği kişileri denetleme yetkisi yok mudur?  Neyse canım bunlar da başlı başına bir konu zaten. Biz dönelim tekrar imamın ordusunun terhis ediliş hikâyesine…

Şık’ın kitabına “delete operasyonu”  başlığıyla haber de yaptılar. Lakin bu yapılan “Shift+Del” kombinasyonuydu. Yani nedir bu “Shift+Del” olayı derseniz. Siz bir belgeyi, kâğıdı buruşturup masanızın altında duran çöp kutusuna atıyorsunuz. Aklınıza bir şey takıldı mı ya da o çöpe attığınız kâğıtta telefon numarası, adres vs. olduğu aklınıza geldiğinde çöpü kurcalayıp onu bulup işinize yarayanı alıyorsunuz( ki benim en çok yaptığım uygulamadır.) İşte bu işlevi teknoloji çağımızda kısa adı “Del” olan tuş üstleniyor.  Ve Delete tuşu ile sildiğiniz belgeyi masanızın üstünde yer alan geri dönüşüm kutusuna yolluyorsunuz. Eee, zaten adı üstünde “Geri Dönüşüm.” Ama bu tuşla beraber “Shift” tuşuna basarsanız huuuppp belge kanatlanıp uçar, geri dönüşüm kutusuna uğramadan. Yani siz, masanızın altında duran çöp kutusunu kullanmıyorsunuz da dışarı da duran çöp konteynırını kullanıyorsunuz.
Hey gidi teknoloji hey… Sen kalk kırk yıllık masa altına gizlediğimiz çöp kutusunu masa üstüne al. Valla yakında başımızın üstünde çöp kutusuyla gezersek şaşırmam…

İşte böyle bir talimatla (özel yetkili tabi) kitabın örgütsel doküman olduğu, bulunduğu bilgisayarlarda yakılması ( yani “Shift+Del” kombinasyonuyla imha edilmesi) kararı verildi. Kitap basılmadan uçtu. Ne kaldı elde “The Book Of Eli” tarzında taslağı okuyanların aklında kalanları söylemeleri, yazmaları filmdeki gibi mutlu sona götürür mü bilinmez ama okuyup anlatılanlardan kabataslak çıkaranlar…
Nisan’da kitabın taslağını yayınlanacağını duyuran Wikileaks tarzı bir site…
Sosyal ağlarda “imamın ordusu bende de var” tarzı girişimler…
Dünyanın gözünde Türkiye’deki basın ve düşünce özgürlüğü…
Ve bir de yurt genelinde potansiyel örgüt üyeliği…
Basılmamış bir kitabın doğurdukları olarak özetlenebilir. Hem de masaüstünde duran geri dönüşüm kutusuna inat, Shift+Del konteynırına inat,  imamın ordusu “yok” sattı.

Ve yazıyı yazarken son dakika; kitap taslağının toplatılmasına yapılan itiraz reddedildi.



Kaynak, Alıntı: www.cakmaktasi.wordpress.com

KADINLARIMIZ VAR BİZİM - 8 Mart Yolculuğu-

 
“Ve Tanrı kadını yarattı…
Ne bir taşa,
Ne de bir başkasına dayadım sırtımı
Kadınımdan başka…” diye doğaçlama bir dörtlükle başlıyor yolculuğumuz…
Lakin ben yalnız o kadar eskilere kadının yaratıldığı zamanlara falan gitmeyeceğim.  Kadının enlerinden, ilk kadın bilmem nelerine de değinmeyeceğim. Çünkü dayak yiyen…
Devlete sığınmak isteyip de devletin sığdıramadığı…
Öldürülen…
Evlatları kayıp edilmiş, failleri meçhul, gözleri yaşlı…
Eylemlerde, düşük yapıp gitmeseymiş hamile hamile oralara denilen, kadınlarımız dururken tamamen içimizde… İçimizden geçip giderlerken gerek yok o kadar eskilere gitmeye…

Şiddetle yan yana, dayak yese de kocamdır döver mantığıyla sindirilmiş, büyükleri öyle öğretmiş, karakollar “kocandır” deyip barıştırmış…
Kadınlarımız var bizim, hastane koridorlarında bekleyen…
Yürekli… Mağdur… Hakkını aradı mı rezillik sayılan…
Kurtuluş savaşında mermi taşıyan… Su taşıyan… Can taşıyan… Düş taşıyan…

Her bir taraftan genç kız cesetleri çıkarken kiminin fail ya da failleri bulunup kimilerininki ise meçhule karışmakta…
Kimisi töreye kurban edilmiş… Kimisi teröre…
Kimilerineyse tek sorunları türbanmış gibi davranılmış…
Siyasetten uzak, siyasetin tam göbeğine oturtulmuş,
Kadınlarımız var bizim, yitik… Güçlü… Mağrur… Savunmasız…

Kadınlarımız var bizim;
*“… korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
” kadınlarımız var, değerli… Sevdalı… Tutuklu…

Kimisi karları delerek, kilometrelerce yürüyor okuyabilmek için…
Kimisi çocuk yaşta, çocuk sahibi…
Kimisi asgari ücretle ev geçindirme derdinde,
Kimisi de mutfaktaki kavanozu çocukluktan kalma alışkanlıkla gizliden gizliye doldurarak geçinebilme sanatı yapma derdinde…
Kadınlarımız…
Kardelenlerimiz var bizim, dertli… Tutumlu… Çalışkan… Cesur…
Ne kadar büyüsek de gölgeleri üstümüzde olan hünerli… Duyarlı… Düşünceli…
Kadınlarımız var, kapının açılmasıyla;
 “Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.**
diyerek naif ve utangaç bir şeklide yoksulluğumuzla karşıladığımız, tutkulu… Sevdalı… Yaşama dört elle sarılan, dimdik kadınlarımız var…
Ne önümüzde ne de arkamızda, yanımızda…
Yanı başımızda… 

Alıntı:
*N.Hikmet “Kadınlarımız” şiirinden
** N.Hikmet “Hoş geldin Kadınım” şiirinden




Popüler Yayınlar

Yasal Uyarı

Yayınlanan yazılar ve şiirler özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazı ve şiirler aktif link verilerek kullanılabilir.