…Yokluğunda




ha bir havuz,
ha uçsuz bucaksız okyanus…
bakmayınca seninle,
hepsi
bir damla gözümde.

ZAM/ANE ÜLKESİ

Yüzde 3’ ten lütfettiler 3,5 yaptılar.
Yani 3,5 + 3,5 a(r)ttırıyorlar.
Eeee! Zaman fedakârlık zamanı yoksa Yunanistan’ a döneriz. Yani ekonomimizin pamuk ipliğine bağlı olduğunun göstergesi niteliğindedir bu cümle…
Peki, o zaman kendinize, danışmanlarınıza, emeklilerinize çifter rakamlı çifter rakamlı zamlarrr yaparken ve koca Avrupa siyasilerinin maaşlarının önüne geçerken maaşlarınız, aklınıza hiç Yunanistan gelmedi mi?  Yoksa geldi de en fazla bir adamızı, fabrikamızı falan özelleştiririz mi dediniz…

Beş aydır sallandırılan memur zamları, emekliye seçime yakın yüzde üç-beşlik intibak tarifeciği ile geçiştirilirken kendilerine bir gece ansızın zammın en babasını yapıverdiler.  Sonra onunla da yetinmeyince;
Elektrik…
Su…
Doğalgaz…
Ulaşım…
Kömüre…
Benzine…
Mazota hep çifter çifter rakamalar binerken, bizim gelir kalemine bir tutam pamuk ağırlığında bir şeyler konuyordu ve biz daha konan o şeyin adına zam demeden onu da şeytan alıp götürüyor, sata sata bitiremiyordu.

Biz zamların ülkesinde yaşıyoruz. Sesimiz çıkmaz hiç Endonezya ya da Pakistan gibi… Biz de her şeye zam yapılır, susarak ya da en büyük sloganımızı (“alıştık artık”) atarak göğüsleriz zamlarımızı…  Hatta merak bile ettiğimiz olur niye on günde üçüncü kez zam yapılmadı diye benzine…  Yani o denli meraklıyız ki Yunanistan’ın ekonomisini o hale getirenlerin hükümetin izlediği politikadan mı yoksa memurların, işçilerin aldığı maaşlardan mı olduğunu gayet iyi bilir, iyi anlarız... Sonra hep sorarız hani ekonomimiz sağlamdı, iyi yönetiliyordu, krizler bizi teğet geçerdi, şimdi ne oldu da memura yapılacak zamla mı Yunanistan’ a döneceğiz diye…

Biz, bir tek bize uğramayan, zamların ülkesinde yaşıyoruz…  Yaşam kalitemiz fevkaladenin fevkinde, hiçbir fatura, hiçbir vergi hiçbir zam bozmaz moralimizi, etkilemez bizi… Çünkü kişi başına beş metre yüksekten düşen saksı misali düşer başımıza bilmem kaç bin dolarlık GSMH ve etkisi cebimize girmese de yeter bize…  Çarşı -pazar, metrobüs-otobüs kaç para olmuş kimin umurunda ekonomik yalanlar yeter bize…

Şimdi bir tarafta yüzde 3,5 diğer tarafta grev hakkı… Hükümet rahat çünkü komisyonda onların ağırlığı var. Yani bildiniz zam en fazla yüzde 4 bilemediniz 4,5 tabi adına zam denirse… 

Hey gidi hey…
Nerden nerelere geldi zam/ane ülkesi…
Bir zam/anlar öğretmen maaşlarını geçmeyen zamlar yapılırdı milletvekillerine…
Heyyy gidi heyyyy….


ADI DEVRİM



karanlık günlerde yazdım duvarlara adını
hiç korkmadım …
adımların kelepçeli haliyle bile
yürüdüm üstüne üstüne  
durmadan seni
seni, yazdım

“su çürüyormuş!
çürüsün.
kimin umurunda
içiyorum ya seni doya doya”

karanlık günlerde yazdım duvarlara adını
yılmadım…
güneşten sürgün yediğim günlerde bile
hep bir aralık bulup
gözlerim doyuncaya dek sana baktım
kimse bilmez,
o an mutluluğun hangi renge büründüğünü…

“bütün renkler siyaha dönermiş zamanla!
dönsün.
kimin umurunda
alışmadı yıllardır gözlerim karanlığa…”

karanlık günlerde yazdım duvarlara adını
sökülürken sokak lambaları,
kaldırımlarda…
yollarda, ite kaka sürüklenirken bile
bir an olsun gevşetip yumruğumu
vermedim,
bir tek heceni dahi…

“sönecekmiş yıldızlar!
sönsün.
kimin umurunda
seni en solmaz harflerle yazdım ya
kızıl ırmaklar akarken avuçlarımdan,
o yeter bana”


HIŞIRTI



ıssız bir köşeye
bırakılmış
poşet yalnızlığındayım...
ne zaman
değerse tenime rüzgâr,
o zaman
terk eder;
yalnızlığım…


VAKTİ GELMİŞTİ ARTIK

Vakit gelmişti artık…
Giderken o şiir usulca yaklaşıyordu usuma… Ben gittikçe boyundan daha büyük sesler çıkarıyordu heceler…
“Giderken bura için, gelince ora için,
Gününde ve gecende kendince ora için
Sakladığın kendini böldün iki yarım'a;
İki kez yaralandın bir yarım yara için”*


Ve artık dayanamıyordu beynim, hücreler iflasın eşiğinde…  Parmak uçlarımdan tüm vücuduma yayılan ılık siyah sular, gözlerimden dökülürken soğuk ve tuzlu sulara dönüyordu. Gökyüzü tüm sıcaklığıyla ordaydı oysa üstümüzde… Aynı göğün altında o sıcaklardan çok uzaklarda, kutuplardan kalma havaları soluyorduk.
Sen dikiz aynasında küçülürken, ben gözlerinden kayıp gidiyordum.
Gözlerin…
O badem gözlerin…  Nasıl da birden kara bulutlar çöküyordu. Ardı sıra fırtına, tufan derken sağanağa kapılıyordu.
Ve gözlerim…
Dikiz aynasında inatla seni arıyordu.

Giderken, o şiir sokuluyordu yanıma, özgürlüğe koşarcasına yırtıp dizelerini notalardan akarak geliyordu. Ama nasıl bir gelmek o nasıl bir gelmek…  Acının sol anahtarı gibi…
“Acı çekmek özgürlükse
özgürüz ikimizde
acılardan artakalan
işte o bakışlarmış
kuğu diye gözlerimde
gün batımı bulutlarmış
yalanmış hepsi yalan
savrulup gitmek varmış
ayrı yörüngelerde...”**

Yalanmış evet.  Ayrılık gibi koca bir gerçeğin yanında, kavuşmak küçücük bir yalan…
Yalanmış evet! Ellerimiz değince birbirine, saatler yalan…
Yalanmış… Yalan…

Her defasında ayrılığa hazırız diyorduk gökdelenler gibi… Ayrılık vakti geldiğindeyse gecekonduların iş makinelerine direnişi gibi direniyorduk yıkılmamaya. Çok yaşamıştık oysa böylesi durumları hep o son sarılışlar yok muydu, o son sarılışlar işte onlar asıl yıkıyordu bizi... Yalınayak, üryan kalakalıyorduk ortada…
O son bakışlar yok muydu?  Anlamsız, boşluğa bakıp bakıp doldurmaya çalışır gibi manasızlığa bürünen, o ayrılık bakışları yok muydu? Bizi nasıl da sele veriyordu…

Giderken…
Bu kelime kimi zaman senin, kimi zamansa benim öznem oluyordu.  Bazen kalan sen, bazen ben… Giden içimizden gidiyordu. Onu durdurmaya hiçbir şeyin gücü yetmiyor, kelimeler öyle cılız, öyle yersiz yurtsuz kalıyordu ki onları anlatmaya hiçbir ses yetişemiyordu.  İşte o esnada yokluktan arta kalan eşyalara dokunuşlar başlıyordu. O dokunuşların derinlerden çağırdığı bir şiir de saatlerce yokluğa, dokunuşu sürdürebiliyordu. 
“Bilerek mi yanına  
almadın giderken  
başının yastıkta  
bıraktığı  
çukuru” ***



Vakti gelmişti artık…
Hadi bulalım yıkıntılar arasında kalan küçücük yüreklerimizi…
Yeniden büyüyelim dikiz aynasından bakınca hayata…






Kaynak, Alıntı:
* Özdemir Asaf “2/1-1/2” isimli şiirinden.
**Hasan Hüseyin Korkmazgil “Acılara Tutunmak” isimli şiirinden.
*** Sunay Akın “Giderken” isimli şiirinden

KİM OLUYORDUK BİZ

-Ne sanıyorsun sen kendini?
-Ben mi?
-Evet, evet sen…
-Bazen müdür… Bazen bürokrat…  Bazen siyasi bir lider…
- Yapma ya…
- Her akşam sahne de yapıyorum… İşim bu benim…  Sanatçıyım ben.
Malum sözler söylendi ve ardından bir gözdağı, bir diktatör edasıyla tiyatroları da özelleştirelim de görün bakalım cümlesi…
Eeee nerde kaldı sosyal devlet olma adımları. Devlet tiyatro yapmaz, okul yapmaz, sanat yapmaz ne yapar. Oldu olacak bari kökünden kaldırın başındaki kültürü de turizmi kalsın bakanlığın adı. Hem seçim zamanları elektriksiz eve buzdolabı, suları olmayan eve çamaşır makinesi, sobası olmayan eve kömür de vermez benim bildiğim devlet. Çünkü beyaz eşya bakanlığı diye bir şey yok.  Yani kültürün bakanlığı var yapılamıyor, beyaz eşyanın yok dağıtılıyor. Nasıl bir sosyallik bu anlamadım doğrusu.  

Hem biz kim oluyoruz… Yüzde elli azınlık…
Ne söylediğimiz dinlenir ne de sesimiz yükselir…
İktidarın iyi çocukları olamadık ama en azından nokta kadar ne menfaat gözettik ne de virgül gibi eğildik…
Kim oluyorduk biz…
Yüzde elli azınlık… Çokça kısılsa da sesimiz en azından meydanları doldurmayı başarırdık.
Sahi, çıplak gözle görülmediğimiz kesin de iktidar gözlükleriyle bakınca var mıydık biz…
Hani o Ankara’da tekel işçilerinin açlık grevinde,
Madencilerin ölümünü kadere bağlarken, var mıydık biz…
Erzurum’da ölen işçilerin ardından incelemeye giden İç-işleri, pek içli olduğundan millete takla attırıp oynattırırken,
İnşaat şantiyesindeki yangında ölen işçilerin ahları vahları paspas olurken,
Biz, her gün beşer onar ölürken nasıl var olalım… Olamadık…
Son on yılda on binleri aştık, devirdik…  
Hala yoktuk görülmedik…
1 Mayıs’ta meydanları dolduranlar da biz değildik aslında hepimiz yitirdiklerimizin ruhlarını giyiniyorduk…


Biz kim mi oluyorduk?
Her gün beşer onar yiten yüzde elli azınlık…


Popüler Yayınlar

Yasal Uyarı

Yayınlanan yazılar ve şiirler özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazı ve şiirler aktif link verilerek kullanılabilir.