Kosküçücük Bir Hikaye




İşsizliği hallettik…
Enflasyon deseniz yıllarrr yıllarrr oldu kapımıza uğramayalı…
TOKİ sağ olsun; nereye sokacaktık başımızı…
Eeee halka bu kadar hizmet/kâr olunurken kendilerine pembe panjurlu ev yapacak değillerdi ya… Şöyle ormanlara doğru paralel şekilde genişleyerek oda oda yayılan bisaray yakışır bu ülkenin imajına…

Adaleti hallettik…
Artık prestijleri her geçen gün artıyor, adının girmediği il-ilçe-köy-mahalle kalmadı… Teşkilatlar sağ olsun.
Paralel yapı adına emniyeti de lav ettik… Cemaatçi-partici – çici –çücu diye sonlarına takılar ekledik…
Böldük, parçaladık, yaktık yıktık, copladık, gazladık ama çok şükür sürece balta değirmedik…
Süreç önemli…
Kukla gibi görünsek de karşıdan bakınca sür-eç önemli… Eylemsizlik kadar hem de… Seçimler yaklaşıyor. Şimdi çatışmaydı, şehitti falandı-filandı uğraştırmayın adamları… Düşen oyları nasıl ayağa kaldıracağız yoksa…
Önemli! Gezi olmasaymış çoktannn yol alacaklarmış da bizlerde ense tıraşlarını görecekmişiz, baksanıza…
Her şeyi bir halta bağlayanlar kendi başarısızlıklarına mı kılıf uyduramayacak, pes doğrusu size,
- Alȃ evladım, alȃ…

Ülke sorunlarını düğümlenmiş yumak gibi bir bir çözdük…
Tek derdimiz sigaraydı onu da sigara ve alkolden sorumlu bakanlık halletti…
Terrrbiyesizzzz… Bir nesil yetişiyor kardeşim… Terbiyesiz…
Bakınız biz 12. yüzyılda Amerika’yı ilk keşfeden bir neslin torunlarıyız. Oturur konuşur, hallederiz. Gereği neyse yaparız. Ama böyle ayak ayaküstünde cigara dudaklarda, posur posur olmuyor…
Saygı göstermek zorundasın yoksa geleceğinden kaygı duyarsın…
Hııı (bu arada işaret parmağı havada sallanmakta) seni gidi seni…
Kesin cezayı yasayı çiğniyor şuan, kesin de aklı kiraya gidenlerin tekrar dönüp dolaşıp başına gelsin…
İşte tam burada bu haberin anatomisinde yol alırken aklıma yeni bir tanım geldi. Tesadüfe bakın. Bundan sonraki süreçte ben bu tanımla yoluma devam ederim…

“ Kosküçücük”!


Evet, Evet… Her haber de artık böyle…
“ Kosküçücük”…
Bakınız güzel kardeşim bağzı medya kuruluşlarının haberlerine, sanırsınız hepsi bir danışmanın ağzından çıkıyor. Üstelik zarar dahi etse medya patronları umursamıyor güllük gülistanlık yaşayıp gidiyorlar. Niye çünkü bu işte kimsenin bilmediği bir keramet hüküm sürüyor. İlk defa işletme bilimi tersine çalışır hale getiriliyor ve zarar kârı doğuruyor, adeta oluk oluk kasalara akıyor. Şimdi sizin bunca yıldır izledikleriniz bizlere sunulan şeyler işte bu zarardan kâr doğuran hatta bu doğumların üçüz, beşiz, gökdelen doğumlara kadar uzandığı rivayet edilen haberlerdir. Böyle güzel haberlerle ülkemin içi dışı ak pak oluveriyor.  

Saraydan izleyen kralsa kosküçücük uğraş ve hobileriyle halkına verginin de vergisini, zammın da zammını yaparak kosküçücük pencerelerde göbeğini okşuyor. Ve her yerden el etek çektirilen ama yaverlikten emekli edilmeyen askerine seslenerek “nerde kaldı benim ayranım” demeye devam ediyor.

Bazen Ne Kadar Hiç Olmuyor İnsan



Bazen çok seviyorum kendimi
Bazen, hiç…
Bazen sıksam limon soylu dünyayı, suyunu çıkartacak gibi oluyorum.
Bazen, hiç…
Bazen çılgınlar gibi yazmadan duramıyorum…
Bazen sadece hiç…
Bazen okumaktan deli/resim geliyor,
Bazen okumamak, hiç…

Bazen çoook kafama takılıyor en ufak şeyler bile,
Bazen, çokta hiç…
Durasım gelmiyor bazen durduğum yerde,
Bazen oturdum mu beş tonluk vinç çağırsanız nafile, kalkmak bilmiyorum hiç…
Bazen çok ağlıyorum ota boka ama öyle böyle değil salya sümük,
Bazense sanki Akut, Aks, Sivil Savunma ekipleri üç koldan beş inç çıkışlı dalgıç pompa bağlamışlar içime, kurak bir hiç…

Bazen çok ve çabucak âşık oluyorum hemen hemen her şeye bu duruma ben bile inanamıyorum.
Bazen, “hay aksi, gene mi? , neyi tutsam elimde kalıyor” hiç’i…
Bazen ayrılık sonbaharda bile içini ısıtır adamın, tepeden tırnağa kıpkırmızı jartiyeriyle seksi egzersizler yapınca…
Bazense üçüncü sınıf pavyonlarda, loş ışıklı, bol arabesk dumanlı koskoca hiç… Bırak yatağına sokmayı, yüzüne dahi tükürmezsin.
Bazen kaburga kemiklerinin sesini duyasım geliyor, sarılınca…
Bazen soluğunu dudaklarımda hissetmeyince, salyalı sümüklü bir hiç’ in izi kalıyor, tenimde gezindikçe…
Bazen çapkın oluyor bakışlarım, yalan söyleyemem…
Bazen çapı kınsız, çırılçıplak bir hiç…

Bazen bu dünyadan olmadığımı düşünüyorum, “fazlasın oğlum sen buralara” diyorum.
Bazen noktanın bile cümle sonunda anlamı var - lale -,  sen “noktalı hiç” bile değilsin…
Bazen sürünerek gidiyorum bir yerlere,
Bazen aslan olsam, hiç…
Bazen çoook iğrenç, çirkef geliyor bu rezil dünya,
Bazen kafayı bulunca,  koskoca balo salonunda damsız bir hiç…

Bazen yüreğimde tüm acılarla o kadar diplerde geziniyorum ki bir kelimeye ses vermeye nefesim yetmiyor… Hayatın derinlerine çekiliyorum.
Bazen o kadar çenem düşüyor ki ozon tabakasındaki yırtığı yamasam, hiç…
Bazen, ne kadar çok “bazen” diyor insan…
En baz cümlede, ne kadar çok boşluğu dolduruyor “bazen hiç değilse”…

Bazen obsesif, paranoid, psikoz, şizo, distimik, ruh hallerinde olduğuma o kadar çok inanıyorum ve tek tek her birinin kapısını zorlayıp otel odasında buluveriyorum kendimi ki sorma gitsin… Tek gecelik aşk gibi kullanıp kullanıp atıyorum hepsini… Sonra işin tuhaf yanı baksanız aynı gelir size rimellerinin renkleri… Oysa öyle akıyor ki onlar aynı renkte olmasına rağmen hepsi farklı acı tonlarında… O tadı, o kokuyu terk ederken bir ben bilirim, tek gecede hem de...
Bazense hemen bir üstte yazdıklarıma siktiri bol gitmeler armağan ediyorum. Yerli yerinde bulamayınca aradığım bir şeyi sanırım biraz aksi oluyorum ve otel odasındakiler bol makyajlı, bol alımlı, bol isterikli ve yırtmacı gereğinden fazla derin “ hiç” oluveriyorlar…

Her şeye rağmen;
bazen çok ölüyorum… Yaşamak nedir hiç bilmiyorum. Gidip usulca yerime yatıyorum… Uçsuz bucaksız karanlığın koynunda cenin pozisyonunda anamın rahmine doğru ilerliyorum ( Tabi buraya argo tabir cuk otururdu ama edepsizliğin “hiç” anlamı yok şimdi) … Kemiklerimin içlerinde adsız acılar kol geziyor… Sonra başımın ne tarafta olduğu bilinsin diye dikilen mermerin tenine bürünüyorum… Çok üşüyor, çok korkuyorum ama belli zamanlar gelip su döküyorlar ya kimisi gözünden, kimisi elinden, kimisi de boy boy şişelerden…
Ve nice zaman sonra dudakların değince o soğukluğuma; bilmiyorlar ki can suyu diye bir şeyin varlığını, bir üst paragraf kosskocaman HİÇ’e yuvarlanıveriyor öylece…

Sahi ben ne çok yaşıyorum bazen… Hiç öldüğüm gelmiyor aklıma… Gelmene gerek bile yokken yine de öptüğün
ve
HİÇ unutmadığın için sağ ol… 



SürNot: Haz Veren Ölüm adlı çalışmalar Salvador Dali’ye ait
 

Popüler Yayınlar

Yasal Uyarı

Yayınlanan yazılar ve şiirler özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazı ve şiirler aktif link verilerek kullanılabilir.