Formülü Yok




Düşünce bakışlarım kayalıkların sırtından mavinin koynuna, bir meşale gibi yandı avuçlarımda, aşk... 

Nasıl seyre dalmışsam öyle dokunulmaya, dokunmaya sevdalı sokak kedisi gibiydim... 

Ama sen uzak dur sevgili, tepeden tırnağa kundaklandığım bu acıyı dindirecek bir formül yok... Bilmem kaç bilinmeyenli denklemin bilmem kaçıncı eşitsizliğiyim... 

Formülü yok...

Harfler kavuşunca birbirlerine, biz düşünce uzağa
"ayrılık" çelikten bir gemi olur yüzer mavinin yanağımda...

Yanar, ellerim... 
Sokulur usulca bir sokak kedisi yamacıma... Kaybolur bakışlarımız o geminin girdabında...

Sürnot: Benim denize, kedinin sokağa ait olduğu bian...

Ne Me Quitte Pas


Terk etme beni… 

Kirlenmemiş bir gökyüzü getireceğim… Kandan baruttan ve biberin gazından arındığı safi mavi bir gökyüzü, n’olur terk etme beni… Aldırma yüzüme bulaşan kana, bakışlarıma sinen o barut kokusuna… Bu bilyelerle az oynamadık biz çocukken… Bunlar değil bizi öldüren… Bunlar değil…

Biliyorum kirlendi barış… Gökyüzü kızıla çaldı. Dağıldı dört bir yana canlarımız… Artık öle öle yaşıyoruz… Biliyorum… Ne zaman bir yanımıza değse bu ustura ağzındaki ülke kanatıyor, acıtıyor tenimizi… Nefes almak hiç bu kadar zor değildi… Vermekse bu kadar kolay…
Terk etme beni… Barışın karanlık yüzüdür, savaş… Savaşır, yeniden yaşarız öldüğümüz yerden…







 

Sürnot: * “Ne me quitte pas”, Jacques Brel, 1972 yılında yayınladığı albümüne de adını verdiği şarkı. Édith Piaf, Sting gibi sevilen sanatçıların seslendirdiği ama benim en çok yorumunu sevdiğim (belki de sanatçı kişiliğinin yanı sıra yaşam hikâyesi de ilgimi çektiğinden olsa gerek ve aynı zamanda İnsan Hakları Savunucusu olduğundan) Nina Simone’dur. Tabi bu zamanın ünlü şarkısını yine 1972 yılında kendisi söz yazıp “Beni Terk Etme” diye seslendiren sanatçımız vardır ki onu anmadan da olmaz, #sanat güneşimiz Zeki Müren…


Ve Sürnottun Sürreal Dileği:
Bizim kirlettiğimiz barışın bizi hiç terk etmemesi umuduyla…


Sustuğum Her Nefes Senin İçin




Yazdığım her nefes biraz ayrılık, biraz da ölüm için...
Parmak uçlarımda tüm ağırlığıyla asılı duruyorken yüzün... İnce bir ip gibi geçti boğazıma yaşam...
 

Hiç bilmezdim böyle bıkacağımı hiç ummazdım sıkılacağımı,yaşamaktan... Nefes alıp veriyordum en azından yaşamak denirse buna... Yani işte yaşayıp gidiyordum...

Şimdi ağır ağır yürüyorum kendi tenimde kurduğum cümle ağacına doğru... İki parmağımın arasındaki kalem de kırıldı... Ayağımın altındaki noktalar bir bir kayıp gitti... Yıkıldı üstüme ünlem... Gözlerim bir aşkın peşinden sürsonsuzluğa akıp gitti...
Artık öldüğüm her nefes senin için... 






Boyama Kitabı




Dalgalı saçlarında rotasını koparan turuncu bir gemiydi, yüreğim... Şimdi hangi çocuk, boyama kitabında bulur da taşımadan boyar beni...
Denizler uzak... 

Çocuğun ellerinden renkler aktıkça, içim dışım çok sağanak...

Zamanın Zehri






Kaç güneş batırdım yokluğunda... Kaç dalga delip geçti tenimi... Nefesin boğazıma düğümlenmişken havanın tadı ne kadar yavanmış anladım...


Zamanın ayrılık zehrini taşıyan akrebi değdi bize... Ne kadar anlatsam sana bundan gayri kâr etmez bilirim ama inan kaç güneş batarken parmak uçlarımda, sabahı yaşadım gözlerinde...
Baharın tadı hâlâ damağımda... 🎶

Hadi ❗
Bırakmak istiyorsan bırak nilüferleri, alışıktır gözlerim nehir olmaya...

Düşünce Nefesin İçime





Koyu bir akordan tenime yayılan yalnızlığın ses tellerine basa basa yürüyorum... Beynimde bir mırıltı, dudaklarımda bir kıpırtıyla şarkı niyetine adını çağırıyorum... Ne Müzeyyen'in sesinden dökülen nihavende ne de Vivaldi'nin parmaklarından aceleci edayla koşuşturan Sonbahar Allegro'suna benziyor bu...

Başka bir müzik, bambaşka... Ne notası nota, ne de sol anahtarı anahtar...

Kulaklarım ilk defa şahit koyu bir akordan süzülerek ses tellerime tüneyen o melankolik nefesine...


Sürnot: Ne yani, hiç öpüşmemiş gibi okumayın...

Gezegenlikten Kopan Genlerim





Bir farkım yok Plüton'dan... Aşk yaratınca kendi tanımını, solup gitti gezen genlerim...

Yalnızlık da sildi yüzümü... Ayrılığın sisteminde hiçim şimdi...

Bunca yıl cücenin biri gezegen sanıyordu ya kendini... Bunca yıl sistemin içerisinde maskotluk yapıp güldürüyordu ya abilerini, ablalarını ne oldu da böyle aşk baştan yarattı kendini...

Şimdi elim, yüreğim gezegenlikten dışlanan Plüton ıssızlığına boğulu... Gözyaşlarım yer çekimine inat yükselir ona doğru... Bakma sen onlara Plüton, bakma tenin olmasa da ruhun gezen/gen senin...

Hadi gülümse; parmak uçlarım senin bu gece...


Yaprak Gibi Yüreğim...




Durduğum yerden bakıyorum hayata ... Hüzünbaz bir şarkının notalarında ayak uçlarıma basa basa yürüyorum... Tüm bu çabam incinmesin diye şarkı... Acıyormuş canım, kanıyormuş kendi harflerine küsen a〰ş〰k... Aldırmıyorum, gerçekten aldırmıyorum ayaklarıma batan sol anahtarına...


Yaprak gibi yüreğim... Yaşamın herhangi bir dalına tutunamayan...
Sırtını sonbahardan yapılma notalara dayayarak yavaşça kaldırım kenarına süzülen , yaprak işte yüreğim...

Dokunma❗ Dağılırım...



















 

Sürnot: "Cem Adrian - Her Aşkın Bir Şarkısı Var" 🎵🎶🎼 dinlenirken yüreğime konan bir karalama...


 

Popüler Yayınlar

Yasal Uyarı

Yayınlanan yazılar ve şiirler özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazı ve şiirler aktif link verilerek kullanılabilir.