Vakit gelmişti artık…
Giderken o şiir usulca yaklaşıyordu usuma… Ben gittikçe boyundan daha büyük sesler çıkarıyordu heceler…
“Giderken bura için, gelince ora için,
Gününde ve gecende kendince ora için
Sakladığın kendini böldün iki yarım'a;
İki kez yaralandın bir yarım yara için”*
Ve artık dayanamıyordu beynim, hücreler iflasın eşiğinde… Parmak uçlarımdan tüm vücuduma yayılan ılık siyah sular, gözlerimden dökülürken soğuk ve tuzlu sulara dönüyordu. Gökyüzü tüm sıcaklığıyla ordaydı oysa üstümüzde… Aynı göğün altında o sıcaklardan çok uzaklarda, kutuplardan kalma havaları soluyorduk.
Sen dikiz aynasında küçülürken, ben gözlerinden kayıp gidiyordum.
Gözlerin…
O badem gözlerin… Nasıl da birden kara bulutlar çöküyordu. Ardı sıra fırtına, tufan derken sağanağa kapılıyordu.
Ve gözlerim…
Dikiz aynasında inatla seni arıyordu.
Giderken, o şiir sokuluyordu yanıma, özgürlüğe koşarcasına yırtıp dizelerini notalardan akarak geliyordu. Ama nasıl bir gelmek o nasıl bir gelmek… Acının sol anahtarı gibi…
“Acı çekmek özgürlükse
özgürüz ikimizde
acılardan artakalan
işte o bakışlarmış
kuğu diye gözlerimde
gün batımı bulutlarmış
yalanmış hepsi yalan
savrulup gitmek varmış
ayrı yörüngelerde...”**Yalanmış evet. Ayrılık gibi koca bir gerçeğin yanında, kavuşmak küçücük bir yalan…
Yalanmış evet! Ellerimiz değince birbirine, saatler yalan…
Yalanmış… Yalan…
Her defasında ayrılığa hazırız diyorduk gökdelenler gibi… Ayrılık vakti geldiğindeyse gecekonduların iş makinelerine direnişi gibi direniyorduk yıkılmamaya. Çok yaşamıştık oysa böylesi durumları hep o son sarılışlar yok muydu, o son sarılışlar işte onlar asıl yıkıyordu bizi... Yalınayak, üryan kalakalıyorduk ortada…
O son bakışlar yok muydu? Anlamsız, boşluğa bakıp bakıp doldurmaya çalışır gibi manasızlığa bürünen, o ayrılık bakışları yok muydu? Bizi nasıl da sele veriyordu…
Giderken…
Bu kelime kimi zaman senin, kimi zamansa benim öznem oluyordu. Bazen kalan sen, bazen ben… Giden içimizden gidiyordu. Onu durdurmaya hiçbir şeyin gücü yetmiyor, kelimeler öyle cılız, öyle yersiz yurtsuz kalıyordu ki onları anlatmaya hiçbir ses yetişemiyordu. İşte o esnada yokluktan arta kalan eşyalara dokunuşlar başlıyordu. O dokunuşların derinlerden çağırdığı bir şiir de saatlerce yokluğa, dokunuşu sürdürebiliyordu.
“Bilerek mi yanına
almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı
çukuru” *** Vakti gelmişti artık…
Hadi bulalım yıkıntılar arasında kalan küçücük yüreklerimizi…
Yeniden büyüyelim dikiz aynasından bakınca hayata…
Kaynak, Alıntı:
* Özdemir Asaf “2/1-1/2” isimli şiirinden.
**Hasan Hüseyin Korkmazgil “Acılara Tutunmak” isimli şiirinden.
*** Sunay Akın “Giderken” isimli şiirinden