DÜŞÜNEN ADAM YILLARDIR DURUYOR




Bir nevi, pişmiş tavuğun başın gelmemiştir onun başına gelenler…
Yıl 1880…
Fransa devleti yeni açılacak olan sanat müzesi için bir kapı siparişi verir…
Müze açılır kapı gelmez… Tam bir skandal, rezalet… Çünkü siparişi verdikleri sanatçı tabiri caizse biraz kırıktır…
O kapının üzerinde 10 yıl çalışmış, tek tek birbirinden bağımsız 200 figürü kapının üzerine yerleştirmiştir.
Bu eserin(kapı demeye dilim varmadığı için) adı, “Cehennem Kapısıdır”… Ve olayın başkahramanı ise bu kapının en üstünde yer alan bir figürden taaa bizim buralara kadar gelmiştir…
Sonra bu küçücük figür 1902 yılında bronz döküm olarak büyüyüp serpilmeye başlayarak 1904 yılında tam tamamlandı derken, son halini 1906’da aldı. Ve 1922’ de müzelik oldu…
Sonra aradan yıllar, yıllar geçer…

Yıl 1953 Türkiye’si…
Bir hastane başhekimi heykeli derginin birinde görür. Rica eder heykeltıraş olan bir hastasına yapar mısın diye… Hasta önce balıklama atlamış yaparım diye… Şuan hala bulunduğu yerde heykeli yapmaya başlamış…
Yapmış…
Yapmış…
Bakmış ki bu böyle olmuyor niye bedavaya çalışıyorum deyip o dönemin parasıyla çook uçuk bir para istemiş başhekimden…
Başhekim elini bir çenesine, bir kafasına götürmüş… Bakmış olmuyor bir de kafa derisini yüzercesine kafayı kaşıyayım demiş… Kaşımış… Kaşımış…
Bakmış işin içinden çıkamıyor, “heykel yaptırmak için bir ödenek yok ki” demiş…  Ama başhekim hastaya gene kıyak yapmış, özel odalarda yatırmış, ufak tefek hediyeler falan vermiş ama kar etmemiş… Bizim deli akıllı, bunlar emeğimin karşılığı olamaz deyip heykeli öylece bırakmış, yani yarım…  Yani bir uzvu eksik…

Sonra hikâyemizin başkahramanı bir uzvu eksik, altı yedi ay öylece şuan ki yerinde durmuş, ta ki bir tedavi için hastaneye yatan yüzbaşı gelene kadar…
Demişler, yüzbaşıya tamamlar mısın? Tamamlarım, demiş…
Ama güvenememiş başhekim al demişler önce şu taşı bir işle bakalım… İşlemiş, yüzbaşı…
Beğenmişler… Tamam, bu heykeli tamamlarsan buradan taburcu olursun demişler…
Ve kim bilir ne için depresyona girdiği bilinmeyen o Yüzbaşı Mehmet Pişdar, heykelin dizine dirseğini dayayıp çenesine götürdüğü sağ kolunu tamamlamış… Ve vaat edildiği üzere de taburcu edilmiş…

İşte o heykel; Rodin’in 10 yıl boyunca uğraştığı kapının en tepesinde yer alan ufacık bir figürken, yine Rodin tarafından büyütülerek bronza döküldü…
Şu an hala orijinali Rodin müzesinde…
O heykelin adıysa “Düşünen Adam”…
Bizdeki macerasını da az evvel üstte yazdım…
Yeri malum…
Bakırköy…

Ve günümüz Türkiye’sine gelecek olursak…
Duran adamlar… Dönen adamlar, Susan adamlar… Tek gözü kapalı adamlar… Yatan adamlar gibi eylemler moda…
Ve diğer yüzde elli soruyorsa ne oluyor bu adamlara… Onlara 1950 yıllarda dönemin başhekim yardımcısının gazetecilere verdiği cevabı vermek yeterli olur sanırım…
“Hastane dışındakilerin durumu içerdekilerden daha kötü. Bu heykel onların durumu ne olacak diye düşünüyor.”

Lafı fazla uzatmaya gerek yok… Şuan her yerde duran adam aslında geleceği düşünen adamdır.



Popüler Yayınlar

Yasal Uyarı

Yayınlanan yazılar ve şiirler özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazı ve şiirler aktif link verilerek kullanılabilir.