BÜYÜDÜKÇE KÜÇÜLÜR MÜYDÜ AŞK - Hıçkırıktan Gemiler-




Olmuyor…  
Bitince geçer sandım. Geçmişe dair ne varsa bulanık bir tabakanın ardında kalır, gelecek daha bir netleşir sandım.
Yanıldım…
Belki de yanıldık…

Sonbahardı.  Gece ve soğuk bir olmuş üstüme üstüme geliyordu. Üşümesin diye kaldırımlar envaiçeşit ağaçlardan kopup gelen yaprakların sıcaklığıyla kaplıydı… Diğer taraftan sokak lambalarının sıcacık gülümsemesi… Sanırsın aylardan temmuz… Daha yenice bulmuştum ya seni belki de o yüzdendi mevsimlerin normalüstü sıcaklık seyirleri… Ne günlerimiz, ne deli zamanlarımız geçti. Hayat bizi kulağımızdan tutup nasıl da ayırırdı kavga ettiğimiz çocukluklardan… Hiç büyümeyecek sanırdık birbirimizi… Hiç ama hiç büyümemecesine de inat ederdik hani... Çünkü biz büyüdükçe küçüleceğini sanırdık aşkın… O yüzden sığalım yeter diyorduk birbirimizin yüreklerine…  İnanır mısınız? Hiç büyük gelmedik biz birbirimizin yüreğine hani bir tabir vardır ya çukkk oturdu diye işte öyle oturduk, yattık, uzandık, oyunlar oynadık ve direndik birbirimizin yüreklerinde…  Ve zaman; o kadifemsi, kaygan her yüze en az bir çizgi bırakabilen ressam, bizi nasıl bir noktaya getirdi inanamadık…
Uyuduk… Uyuduk… Uyandık… Rüyadır şimdi geçer sandık…
Aynı yatakta el ele dahi değmeyince birbirimize ne kadar uzak olduğumuzu ilk o gün anladık… Neydi bizi buralara sürükleyen bir türlü bulamıyor, çözemiyorduk… Uzun uzun anılara dalıp gidiyorduk… Senin hıçkırıkların benim gözyaşlarımda, balıkçı takaları gibi ayrılığa doğru uzanırrr uzanırr gözden kayboluverirdi… Bazı zamanlarsa tam tersi durumlarda olabiliyordu… Senin gözyaşlarında benim hıçkırıklar…
Her defasında konuşuyorduk… Zordu ayrılık… En az aşk kadar, güven kadar, sevgi ve mutluluk kadar zordu…  İnsan buldu mu sıkı sıkıya sarılmalı bırakmamalıydı… Ama nasıl oldu da bu güzelim tablo bu hali aldı bir türlü anlamlandıramıyorduk… 

Ve aşk nasıl bir günde başladıysa yine öyle bir günde gitmeyi tercih etti… Bir sabah uyandığımda yatağın diğer yanı boş, odada kıştan kalma soğuk… Giyinip dışarda alayım dedim soluğu, buzdan ayrılık heykelleriyle kapladı her yanı nefesim… Kaldırımların örtüsü de ısıtmaya yetmiyordu artık…  Ayrılıktan kalmaydı her adımım, tehlikeli ve şaşkın… Gidip ile dönmek arasına sıkışmış gibi hissediyordum kendimi…  Acaba diyordum o da benim gibi mi hissediyor… O da mı böyle o da mı şöyle diye diye hem günleri yemeye, hem kendimi, hem de acıya pansuman niyetine güzel düşüncelere dalıp çıkıyordum… Nasıl ki aşk mantığı alıp götürüyorsa, ayrılıkta götürüyormuş geçte olsa anlamıştım…  Hadi aşkın mantığı götürdüğü yer belliydi ya ayrılık ne halt ediyordu böyle…  Olur, olmaz hıçkırıktan gemiler…
 
Olmuyor…
Olmuyordu…
Günler en umarsız tavrıyla geçerken, geçmiyor gibiydi zaman… O kaygan, kadifemsi zaman sanki durmuş tabloya vuracağı son fırça darbesini bekler gibiydi…
Geçmiyor… Geçmiyordu…
Gündüz ayrı,  gece apayrı bir dünya vardı sanki beynimin içinde… Bitince geçer sandığım sızılar koca su birikintileri doğuruyordu… Ne zaman ayrılığın adımı o birikintiye denk gelse, yüreğimi okyanus yalnızlığı kaplardı… Hiç bu kadar ileriye gideceğini düşünmemiştim ayrılığın, hiçbir şeyi unutturmuyordu… Sanki geçmişten gelen bir düşmanlığı varmışçasına ben bıraktıkça bazı şeyleri zamanın kuytu köşelerine o inadına bulup getiriyordu aklımın orta yerine…  Sonra ortalık mahşer yeri… Her yanıma demir atıyordu hıçkırıktan gemiler. Kuşatma altına alınmış gibiyim, dizlerimden tenimin her yanına yayılan karaya hasret tayfalar gibiydi yalnızlık… Saldırıyor... Saldırıyor… Sonunda fethetmediği bir tek hücrem dahi kalmıyordu…

Zordu elbet…
En az aşk kadar, ayr….
Benim için… Belki de senin için de…
Ama bir o kadar da çok geç her şey için… Çünkü açık denizlerde sahipsiz bir potkalın peşinde artık hıçkırıktan gemiler…  


Popüler Yayınlar

Yasal Uyarı

Yayınlanan yazılar ve şiirler özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazı ve şiirler aktif link verilerek kullanılabilir.