Süzülüyordu gece…
İçimde haziran akşamlarından kalma esintiyle çıktım yola. Sisler sarmış
sokak lambalarını, kaldırımlar zar kalınlığında buzla kaplı. Soluğum uzaklaşırken
benden sanki bir uçak yol alır gibiydi gökyüzünde… Ve avuçlarımı ısıtan bir şiirin dizeleriydi;
“sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak
lambaları öksürüyordu
yukarıda
bulutlar yürüyordu
terkedilmiş
bir çocuk gibiydim
dokunsanız
ağlayacaktım”*
ve ağlıyordum, yanaklarımdan süzülüyordu gece…
Yürürken örseliyor, tekliyor hatta birbirine
dolanıyordu ayaklarım, aklıma takılan soru işaretlerinden…
Acaba ayrılık hep bu aylarda mı bulurdu insanı
yoksa bu aylar ayrılığın sevdiği havalar mıydı? Yanaklarımdan ayak parmaklarıma
kadar sırılsıklam bulanmıştım geceye. Tutmak istiyordum kendimi, hıçkırıklarımı
saklamak ama onları da saklayamıyordum tıpkı ayrılığı saklayamadığım gibi. Yanımdan hiçbir şeye aldırış etmeden geçenler
dahi tanırlar ayrılığın ete kemiğe bürünmüş halini. Çünkü mevsimlerden sonbahar,
vakitlerden gece ve adımlar akreple yelkovan arasında can çekişirken avuçlarıma
tüneyen bir şiir sana doğru avazı çıktığı kadar nasıl ama nasıl sesleniyordu;
“Derim ki
ayrılık gündemdedir ne yapılsa
Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın
Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını”**
Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın
Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını”**
Yaşadığımız en güzel hatta bu güne kadar hiç
türüne rastlanmamış bir aşk romanı olabilir. Yahut her on kişiden beşinin yaşadığı
sıradan aşk hikayesi ama yaşantısı ne olursa olsun adı aşksa o yaşantı kitabının
muhakkak bir gün bir sayfasında bulacaktı bizi ayracı… Kimini önsözde, kimini
kaynakçada, kimini de ortalarda bulması bir şey ifade etmiyordu çünkü onun da
adı ilk sayfada aynı son sayfada da aynıydı. Yani demem o ki sayfa numaraları
değişse de adı sabitti ayrılığın...
Süzülüyordu gece…
Aklıma, ayağıma takılan soru işaretlerinden dolayı bulunca kendimi
yerde ne kadar da tepeden baktığımın farkına vardım kaldırımlara. Buz çıtırtıları
keserken kulaklarımı diğer taraftan yanıyordu içim… Şimdi hangi merhem hangi
ilaç iyi gelirdi yarama derken bile soru işaretlerinin bıraktığı izlerde
geziniyordum... Hangi… Hangi… Hangi… Beynimde hangi fırtınası çıkmıştı adeta.
Gerçekten hangi ölçek ölçebilirdi ayrılığın ardında bıraktığı izlerin
şiddetini, sesini, soluğunu… Richter mı, Desibel mi? Oysa bütün bunları
düşünürken, başına elma düşmesini bekleyen bilim adamı edasıyla hiç aklıma
gelmemişti ne kadar sevdiğinle doğru orantılı olabileceği ayrılığın şiddetinin…
Yani ne kadar aşk, kitabın sonunda ya da herhangi bir yerinde o kadar acı…
Gece süzülüyordu kaplumbağa edasıyla şu an seni
anlatabilecek bir tek kelime dahi icat edilmedi. Avuçlarımda sadece sana doğru uçmaya
hazır bir kuş gibiydi yüreğim. Gidersen hangi dala güvenip konar…
Alıntı:1
*Attilâ
İlhan- Sisler Bulvarı Şiirinden.
** Ahmet Telli- Ayrılık Ayracı Şiirinden