Yoksulduk
ama Dali'nin Millet'e gönderme yaptığı arkeolojik Angelus da değildik. Belki
olabilirdik ya da onları çoktan geçtik. Hiç bilmiyorum. Bir fikrim de yok
doğrusu ama zaman denen o sağı solu yara bere içerisindeki çocuğun yaptığı
haylazlıklara bağlı bu durumun biraz da değişebilir hal alması...
Sabahları
giyinir çıkardık. Tarlaya gitmediğimiz doğru ama organik diye günün belli
saatleri içine tıkıldığımız mimari yapılarımız vardı. Tabi adı mimari, görüntüsüne
bakınca anlarsınız... Sonra sabahları dua niyetine dudak kıvrımlarında
dolaştığım da doğru... Ne yalan söyleyeyim bildiğim en güzel duaydı dudakların...
Üstelik hiç ezberlemedim içimden geldiği gibi kendi dilimde okudum, kazıdım belleğime... Kendimden geçer, senin dudaklarında inerdim…
Nasıl okurduk birbirimizin bakışlarını anlatamam… Sonra senin dudakların
yüzümün kurak topraklarında gezerdi. Yani kim demiş şimdi yağmur duası
bilmediğini…
Böyle
sabahlara uyanırdık seninle…
- Açtık.
- Aşktık…
- Evet.
- Yoksulduk da yoksul olmasına ama
yoksun değildik hiçbir şeyden… Her sabah dudaklarının kıyılarında denizi
çekerdim içime, duaysa duaydı martıların çığlıkları… Hani öyle L’Angelus’da
olduğu gibi tarlanın ortasında dua etmeye ihtiyacımız yoktu. Yüzümde dudak
ıslaklığınla canlanacak başaklar dururken…
Biz
sadece birbirimizi bulmuş ve acılarımızla beraber ısınıyorduk aynı yatakta...
Çünkü bana göre aşktan öteydin, sen... Tenden öte... Ateşli dokunmalardan
öte... Hatta bu evrenden çok öte bir varlıktın… O yüzden seni verdiği için
kimseye şükran borcum da yoktu… Elbet bürünecektik bu evrende ete kemiğe… Elbet
buluşacaktık öyle ya da böyle bir yerlerde... Nasıl ve ne şekilde olacağını
söylemek şimdi anlamsız... Çünkü “elbet” var her iki cümlenin de başında… Yani
duaysa adı, şükransa, her sabah dudak kıyılarından sokuyordum ayaklarımı o turuncu
denizlere… Ne yalan söyleyeyim yüzdüğüm, daldığım en güzel duaydın bu evrende…
Akıyorduk
biz… Aynı uzay tenhalığında sevişerek akan yıldızlar gibi…
Deliliğe
yakın bir ressamın renklerindeydik… Ne tabut başında ne de tarlanın
ortasındaydık. Dua desen, hiç eder gibi bir halimiz de yoktu. Yatağın orta
yerinde hani o Maldivler ’de mavinin ortasında iki palmiyesiyle kalmış adacık
gibiydik. Senin kafanın hafifçe eğik
olması, omuzumdan yanaklarıma doğru uzanan o yokuşlu yolu tırmanırken
görünmendendi. Nasıl da geçiyordum kendimden, bu evrenden, bu uzaydan geçip de
dudak kıyılarında alıyordum soluğu… Nefesimin bedenime yetmediği çok oldu
doğrusu. Nasıl bir duaydın, dudakların kıpırdadıkça çıplaklık üstümüze daha bir
yakışıyordu…
Akarken
zihnim renklerin o büyüleyici paletinden, bir ölünün ruhuna giydirilmiş ten
gibiydim.
Ne yalan söyleyeyim bu güne kadar tattığım, yaşadığım en güzel evrendi;
dudakların…
Sürnot:
Salvador Dali’nin “ Archaeological Reminiscence of
Millet's Angelus” ( Millet'nin Angelus'undan Arkeolojik Hatıralar) aynı adlı
tablosudur. Ayrıca Jean François Millet’ in “ L’angelus” aynı adlı tablosudur ki Dali’nin
sürreal düşlerini çok etkilendiği ve bu tabloya benzer birçok tablo yarattığı
bilinmektedir. Ve ayrıca aynı adlı bir Şükran duası da bulunmaktadır.