Benim Hüzünlü Orospularım



Benim Hüzünlü Orospularım…
Orijinal adı , Memoria de mis Putas Tristes…

Edebiyat dünyasının, geçtiğimiz nisan ayında kayan yıldızları arasına katılan Büyülü Gerçekçilik akımının öncülerinden sayılan Gabriel Garcia Marquez’e ait bu kitapla uzun süren aradan sonra tekrar roman okumaya geri döndüm. Yine Gabo’ya ait Kırmızı Pazartesi’ye de okudum bu romanı okumadan hemen önce ama itiraf etmeliyim çok sıkıldım, bunaldım. Akıp gitmedi zihnim bir türlü…  “Benim Hüzünlü Orospularım” öyle mi? Benim için değil. Dimağımda çok farklı tatlar bıraktı.  Tabi bu konuda dilin, romanın konusu ve yazıldığı yılın etkisi muhakkak vardır. Çünkü “ Kırmızı Pazartesi 1981’de yazılmış. “Benim Hüzünlü Orospularım” ise yazarın son romanı olma özelliğini taşımakla beraber 2004 yılında yazılmıştır. 

Kitabın fiziki özellikleriyle başlamadan önce ufak bir sürnot eklemek isterim. Size uzun uzadıya ne yazarı ne de kitabın arka kapak tanıtımı, basın tanıtımı gibi klişe şeylerden bahsetmeyeceğim. Tamamen yazarın bende yarattığı ve bıraktığı tatlardan bahsedeceğim. Yani bu günü kadar alışagelmiş bir “Benim Hüzünlü Orospularım” anlatımı olmayacak bu yazı o yüzden güzelce arkanıza yaslanıp koltuğunuza kurulun ve üzerine rahat bir şeyler giyinip keyfini çıkarın hayal gücünüzün…

- Yalnızlığın Cinsiyeti Olmaz -
Kitap; ciltsiz, 14*26 cm ebatlarında. 96 sayfa, 2005 yılından bu yana İnci Kut çevirisiyle karşımızda… Can Yayınları’ndan yayımlanıyor.  Çeviri kitaplarında okuyucunun zevkini ve şevkini kaçıran o rastlanılması muhtemel redaksiyon hatalarına ben rastlamadım. Yahut okurken kendimden geçtiğimden midir nedir dimağıma bir şey çarpmadı. O yönden çok mutlu olduğumu bir kere ifade etmeliyim.

Kapakta işin gerçeği kimin oturduğunu pek çözemedim. Yani cinsiyet yönünden… Ama yalnızlığın cinsiyeti olmaz diyerek fazla takılı kalmadım. Antik acılardan damıtılmış bir yalnızlık hâkim kapağın genelinde.

Hadi! Gelelim dimağdaki o Büyülü Gerçekçilikle Gerçeküstücülüğün birleşiminden doğan tatlara…

Romanın kahramanının yaşını şimdilik bırakın bir kenara, takılmayın o kadar yaşa başa… Mesleği haber şişiriciliği yani gazetecilik… Yıllardan beri bu işi yapıyor. Yani abartma sanatının da kahramanı aynı zamanda… Yalnızlığın en sevdiği şey; çokça abartılmış egosunun, bolca tatmin edilmiş olmasıdır ki yazar da kahraman da bunu çok iyi bir şekilde başarmış olması beni en çok mest eden yanı oluyor bu romanın… Kendisine doğum gününde hediye ettiği 15’ine basmaya az kalmış bakire bir kızı bile okşarken sanki yalnızlığını hiç ürkütmemek ister gibi bir hali var.

 - Romancının Roman Kahramanına Roman Yazdırması -
 “Bir keresinde bu yatak öykülerinin başıboş hayatımın sefil yanlarını anlatacak bir kitap için iyi bir malzeme olacağı gelmişti aklıma, kitabın adı da gökten inivermişti sanki: Benim Hüzünlü Orospularım*” dediği bölüm yazarın kahramanını tanıttığı bölümde geçmesinin de etkisiyle şu çağrışımları uyandırdı. Bu alıntıdan itibaren romanı farklı bir gözle ve zihinle okumaya koyuldum. Çünkü kahramanın da bir yazım ustası olması sebebiyle aslında kitabı yazanın roman kahramanının ta kendisi olduğu olasılığı bende okudukça güçlendi. Yani açıkça söylemek gerekirse Gabo bana bu romanda emanetçiymiş gibi geldi. Hani Franz Kafka’nın yakın arkadaşı Max Brod’a ölmeden önce eserlerini yakması için emanet vermesi gibi bu ihtiyar gazetecinin ölmeden önce hayatını kaleme alarak Gabo’ya emanet etmesi bir şey…  

 - Pedofili Mi? Satiriasis Mi? Yoksa On Numara Beş Yıldız Şizofren Mi? -
İlk sayfalarda roman kahramanını anlamlandırmaya çalışıyorsunuz. Çalıştım, çok uğraşmadım (şaka, şaka hala kahramanı çok farklı pencerelerden anlamlandırma serüvenim devam ediyor) 90 yaşına kadar parasız sevişmeyen bir adam, “bu yaşına kadar türlü türlü fantezilerle seks hayatı yaşamıştır diye düşünüyorsunuz. Bundan sonraki zamanda tatmadığı farklı tatlar peşine düşmek ve onlardan da tatmak istemiş sapık, sapkın ihtiyarın teki… Sokak jargonuyla “torunu yaşındaki kızla beraber oluyor utanmaz, pezevenk” diyerek olaylara düz mantık ve tamamen uçkur penceresinden bakmak sanırım bu kitabı okuyanlara hiç yakışmayacak bir realitedir diye düşünüyorum. Okuyacak olanlara ise bu ön yargıyı oluşturmaksa edebi açıdan hiç yakışık almayacağı kanısındayım. Ancak tıp dilinde psikoseksüel rahatsızlık olan pedofili hastası denebilir yahut satiriasis ancak bu durumlar da kitabı okudukça tartışılır. Çünkü sakin ve sanatsal bir anlatımı var roman kahramanının kendini… Sevişirken, özlerken, onunla konuşurken… Bir iki yer haricinde bende bu yönde genel bir kanı oluşturmadı işin gerçeği.  
Ancak şu çok düşündürücü, kıza Delgadina adı vermesi. Kızın roman bitene kadar neredeyse hiç konuşmaması sonlara doğru bir iki cümle etmesi,  kahramanın bazı bölümlerde sinir krizleri geçirip orospu, orospu diye bağırarak odayı talan falan etmesi sonra kızın sürekli uyku halinde kediotları gibi sakinleştirici bitkilerle yatakta hep çırılçıplak yatması ben de bu ihtiyarın şizofreni olabileceği kanısını çok güçlü kıldı. Arada böyle olmadığını gösteren birkaç cümle geçse de ben roman bittiğinde hala bu tanı çevrelerinde turluyordum. Turluyorum da… Tabi bu arada bir şeyi atlamamakta fayda var. Kızın da kediotu gibi şeyleri içmesi, çırılçıplak yatması, iletişime kapalı olması depresif, uykusuzluk ve benzeri gibi psikolojik sorunlarının olabileceğini okuyucuya hissettiriyor yazar.

- Seks, İnsanın Aşkı Bulamadığında Elinde Kalan Bir Tesellidir -*
Kitapta bana göre ilgili çekici diğer bir durum orospu kavramının yeniden anlamlandırılabilir olması. Hatta bugüne kadar bakmadığım apayrı bir pencerede sunuyor bana bu kavrama.  Bütün işi gücü düğme dikmek olan el değmemiş bir kızın neden hangi sebeplerden ötürü böyle bir şeyi kabul edebileceği ayrıca tek derdiğinin para olmadığı, patroniçenin ağzından kızın kahramana deliler gibi âşık olduğu gibi durumlar göz önüne alındığında, bana düşündürücü ve ilgi çekici geldi. El değmemiş bakireyi patroniçe buldu diye yahut kahramanla yattı diye bu durum onu gerçekten orospu yapmış mıdır? Amacım toplumsal bir mesaj vermek değil lakin bu kavram burada kaygan ve kadifemsi bir anlama bürünüp duru sulara akıp gidiyor. Üstelik yazar da bu kavramın farklı anlamlar taşıyabileceğinin ipucunu okuyucuya veriyor. Çünkü kız ihtiyarın her dediğini yapmıyor. Âşık olmadan, aşk yaşamadan sevişmenin verdiği birikmiş teselli ile kahraman bir bölümde kızla sevişmesini öyle tasvir ediyor ki işte bunu ancak anlasa anlasa aşk yaşayarak sevişenler anlar diyorsunuz ve zihinsel bir hazzın peşinden sizde sürükleniyorsunuz.

- Aynı Irmağa Giren Kişilerin Üzerinden Her Zaman Farklı Sular Akar -**
Bu kitapla ilgili birçok kanı Gabo’nun kendi hayatının bir kesitini anlattığı ve kahramana kendinden çok şey yüklediği yönünde… Her yazar şüphesiz kendinden yani kendi gerçekliğinden bir şeyler katar yazdıklarına… Çoğu zaman saklar çoğu zaman aleni yapar bu işi…  Muhakkak hayatından kesitler sunduğu geleceğine dair cümleleri yatırdığı, sakladığı ve bir filolojik kazıda rastlantı sonucu bulunabilmesini istiyor da olabilir…

Doğrusunu söylemek gerekirse daha birçok farklı hazlar yaşattı bu kitap dimağıma. Bilmiyorum belki de uzun süre aşksız sevişen roman kahramanının aşkla sevişmesi gibi ben de uzun süre roman okumadığımdan mıdır nedir bu kitapla ilgili yazma iştahım kabardıkça kabardı. Çok farklı bilinçaltı serüveni yaşatan bu kitabı şiddetin her türlüsüne karşı olduğum için sadece tavsiye edebiliyorum.  Tabi aynı kitabı okuyup üzerimizden, düşlerimizden, yüreğimizden farklı cümlelerin akacağı kesin…


Sürnot:
* Kitaptan birebir alıntı.
**Efesli Filozof Herakleitos Benzetmesi (Kitaptan alıntı)


Popüler Yayınlar

Yasal Uyarı

Yayınlanan yazılar ve şiirler özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazı ve şiirler aktif link verilerek kullanılabilir.