“Şimdi bu mudur” dedim. Olmadı.
Ne yani dedim. Küçümsedim ayaklar altına aldım.
Ezdim. Gene olmadı.
Yeri geldi ellerim yukarıda teslim oldum.
Yeri geldi gecekondular gibi yıkılıverdim ama gökdelen göründüm.
Yeri geldi rutubetli odalara döndüm, içime akıttığı onca gözyaşına rağmen yine de çıt çıkarmadım.
Yaşayacağız dedim elbet yaşanacaksa…
Direndim… Direndim…
Ama yalnızlık; kimine göre çok güzel bir sanat olmasını, kimine göreyse zor zanaat olmasını becerdi.
Kimine göreyse gelip geçici bir heves gibi göründü. Yatıya kaldığı da çok oldu…
Yalnızlık; diyor ya usta “paylaşılırsa yalnızlık olmaz” yani en kıymetli hazinesini saklar gibi saklar yalnızlığını insan, bir gösterirse büyüsü de değeri de kalmaz demeye getiriyor ya…
Ben gösterdim…
En uzun koşularda en önde gidenlerin ellerindeydi kimi zaman…
Kimi zaman en çok gülenlerin kahkahalarında…
En devrik gözyaşlarında…
En ıslak sloganlarda…
Gösterdim, korkmadım yalnızlığın yüzünü…
Sonra usulca Nâzım ustanın bir şiiri ürperterek içimi, süzüldü kulağıma;
“Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.”
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler.”
Zordur elbet başa çıkması yeri geldiğinde aslan, yeri geldiğinde kaplumbağa terbiyecisi olabilmek yalnızlığın yanında. O uyumadan uyumamak, geceleri kalkıp üstünü örtmek… Üşütmemek… Hasta etmemek… Daha bunlar gibi birçok düşünceler içerisinde ne kadar yıl geçireceğini bilmeden hem efendi hem kölesi olabilmek zordur yalnızlığın, hem de çok zor.
Sonra Attilâ usta şöyle karanlıktan dalınca mevzuya;
“Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
Bu gece dağ başları kadar yalnızım”
Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
Bu gece dağ başları kadar yalnızım”
İşte diyorum bir teselli daha sana bir tek yalnızlıktan kırılan sen değilsin… Hatta teselliden de ötelere gidiyor, yalnızlığa son çare niteliğinde bir şiir…
“…Ne çok sevinirim bilseniz
bir yılan
mezarıma girer de
göğüs kafesimin kemikleri içinde
kış uykusuna
yatarsa”
bir yılan
mezarıma girer de
göğüs kafesimin kemikleri içinde
kış uykusuna
yatarsa”
Denizle yılan ilişkisini andırır kimi zaman bana, kimi zamansa ölünce nasıl bir yalnızlık sarar diye çok sabahlatır… Bu yalnızlık düşüncelerinde sandal olup dolaştırır çoğu zaman Sunay ustanın o şiiri...
Sonra birden sancılar sarar her yanımı… Gözyaşlarımın düştüğü her yerde girdaplar efelenmeye başlar. Tutup çekiştirirler, her yanım ıslak her yanımdan daha çok kuşatmaya başlar yalnızlık... Sonra apansız, en umarsız bir gözyaşı diliminde düşer teker teker Ahmet ustadan dizeler…
“Bir yalnızlık mıdır bunca çoğaltan
acıyı ve biberli yanılgıyı
ve bir yalnızlığı kabullenmek midir
inceden ve usuldan başlatan
yürekte burgaçlanan sancıyı”
acıyı ve biberli yanılgıyı
ve bir yalnızlığı kabullenmek midir
inceden ve usuldan başlatan
yürekte burgaçlanan sancıyı”
Acaba diyorum hangi can yeleği kurtarır bizi yalnızlıktan…
Hangi arama kurtarma ekibi sürebilir izimizi…
Hangi radar görüp de haber verir, yalnızlığın bize yaklaşmakta olduğunu…
Ve dağılır gider aklım yalnızlık mazgalından, şiirler de resmigeçidi tamamlamış artık…