Cape Verde...
10 adadan oluşan, Atlas Okyanusu’nda Senegal ve
Moritanya açılarında bulunan bir Afrika ülkesi…
Dünyanın en yoksul ülkeleri
arasında yer alıyor… Yıllarca Portekiz’in sömürü üssü olan bu yer 1975’de
kaderiyle baş başa bırakıldı…
İşte orada kilometrelerce çok
uzaklarda küçük bir kız çocuğu babasının dizleri dibinde şarkı söylerdi… Babası
keman çalarak evi geçindirirdi. Çok yoksul bir aileydiler. O küçük kız daha
yedi yaşındayken babası hayatını kaybeder. Yoksulluktan kırılan aile yedi
çocuğa bakamaz durumdadır. Bu küçük kızı da yetiştirme yurduna vermek zorunda
kalırlar. O küçük kıza hiç dokunmaz bu durum ancak sadece “ özgürlüğüm kısıtlandığı için kendimi kötü
hissettim” der yıllar yıllar sonra…
Bir gün tamamen bir rastlantı
sonucu barda gitar çalan bir çocuğa içinden geldiği için eşlik eder. Çok
beğenirler ve barlarda çalışmaya başlamıştır artık. Bu topraklardan doğan Morna
ve Coladera müziğini bildiği tek dil olan Creola dilinde söyler. Daha 16’sında
ilk profesyonel anlamda müzik deneyimine böylece adım atar. Ve bu yaşından yıllar
sonra en iyi okulu tarif eder: “
Barlarda şarkı söylemek, gece hayatı, içki ve eğlenmek. Ben bugün ne biliyorsam
Cape Verde barlarında öğrendim. İster balıkçılara, ister stadyum dolusu insana,
ister ABD başkanına hep aynı tarz şarkı söylerim; Cape Verde barlarının
herhangi birinde söyler gibi…” der.
Evet, doğru dürüst para
alamadığı için çıktığı barlardan o da kendini nasıl olsa para almıyorlar benden
diye içkiye ve sigaraya veriyordu. 90’lı yıllarda içkiye zaafı azaldı ama
sigaraya hiçbir zaman hayır diyemedi. Günde iki paket...
Sesinin çatallı ve buğulu bir
hal almasında elbette bunların etkisi vardı… Ama o “benim sesimi güzelleştiren etken bunlar” diyordu.
Sonra Portekizliler Cape
Verde’yi terk edip gittiğinde artık onun da şarkı söyleyerek para kazanacak bir
işi kalmamıştı. Böylece o kız çocuğunun en zor yılları başlayacaktı.
Cape Verde kadınlarının
kaderidir. Evlendikten sonra bolca çocuk doğurmak ve terk edilmek onca çocukla…
Sonra çocukları aç kalmasın, birileri baksın diye yeniden evlenmek. İşte o kız
çocuğunun başından üç evlilik geçti. Her evliliğinden bir kız çocuğu oldu. Bir
kızını hastalıktan dolayı kaybetti. Sonra evliliğe tövbe etti. “Ben hiç evlenmedim ki...” “Aşka ayıracak
vaktim kalmadı,” diyecekti, yaşadığı acıların üstünü yıllar örtene kadar…
Sonra hayat ona gülümsedi. 80’li
yılların sonuydu. Fransız bir menajer tarafından keşfedildi. En azından hiçbir şey
olmasa da Paris’i görmüş olurum, diyerek kırk yedisinde takıldı gitti o
menajerin peşinden… Elli üçünde Fransa’da uluslararası şöhrete kavuştu. Verde’den
doğan mornaların hayran kitlesi gün geçtikçe çoğalıyordu. Kimse söylediği dili
bilmese de ayrılık, yalnızlık, acılar ve müzik evrensel dilini konuşuyordu.
Yılın sekiz ayı turne…
Grammy’e ödülü alması…
Çıkardığı sekiz albümü dünyada
4 milyon satması…
Ülkesinin kültür elçisi
seçilmesi, artık her şey ardı ardına geliyordu… Ama o bütün bunlara rağmen şöhret
olmadan önceki yaşantısını inatla koruyordu. Turnesiz geçen zamanlarda evine
gidiyor ailesiyle, dostlarıyla vakit geçiriyor, bahçeyle uğraşıyor, yemek falan
yapıyordu. O her şeye rağmen bildiği tek dil olan Creola’den başka dil
öğrenmiyor. Gazetecileri haz etmiyor. Röportaj vermeyi sevmiyordu. Röportaj verme
durumunda kalsa da geçiştirip savıyor, kaçıyordu. Gerçekte yaşadığı acıları hep
perdeliyor, burada herkes böyle yaşıyor diyebiliyordu. Eee zaten onunla röportaj yapmak da zordu az
bilinen bir dil var sonuçta ortada…
Sahneye çıplak ayakla çıkardı
hep…
Bu yüzden “Çıplak Ayaklı Diva”
olarak anılırdı. Herkes onun çıplak ayakla sahneye çıkmasına Afrika halkının
yoksulluğunu aktarmak olduğu vb. yakıştırmalar yapardı. Taaa ki Washington Post’a
vermiş olduğu bir röportajda, mornanın kraliçesi; “ Aç insanlara, dünyanın fakir insanlarına destek olduğum amacıyla sahneye
çıplak ayakla çıktığım söyleniyor. Bu doğru değil. Cape Verde’de herkes böyle
dolaşıyor. Annem 86 yaşında hala çıplak ayak dolaşıyor. Böyle dolaşmaya
alışmışsan ayakkabı özgürlüğünü kısıtlıyor” cümlesini kurana dek… Dünyaca ünlü bir şöhretin, şöhrete
meydan okuyuşu… Egolarından arınıp ben sade bir insanım duruşu sergilemesi…
İşte, Türkiye’ye de konser
için iki kere gelen, hayatı yoksulluklar içerisinde geçen, acılardan damıtılmış
o kız çocuğu “Cesaria Evora”…
Hayatında değişen tek şeyin
parasının olması olarak gören Cesaria, geride tüm mütevazılığıyla romanlara
konu olacak bir yaşantıyı, mornalarındaki evrensel acıyı, 17 Aralık 2011’de
bizzat biz sevenlerine birinci elden tattırarak sonsuzluğa uzandı…
Tınıları, acılara binmiş
damarlarımızda dolaşan sesini öksüz bırakışının bugün 3. Yıldönümü…