Bazen
çok seviyorum kendimi
Bazen,
hiç…
Bazen
sıksam limon soylu dünyayı, suyunu çıkartacak gibi oluyorum.
Bazen,
hiç…
Bazen
çılgınlar gibi yazmadan duramıyorum…
Bazen
sadece hiç…
Bazen
okumaktan deli/resim geliyor,
Bazen
okumamak, hiç…
Bazen
çoook kafama takılıyor en ufak şeyler bile,
Bazen,
çokta hiç…
Durasım
gelmiyor bazen durduğum yerde,
Bazen
oturdum mu beş tonluk vinç çağırsanız nafile, kalkmak bilmiyorum hiç…
Bazen
çok ağlıyorum ota boka ama öyle böyle değil salya sümük,
Bazense
sanki Akut, Aks, Sivil Savunma ekipleri üç koldan beş inç çıkışlı dalgıç pompa
bağlamışlar içime, kurak bir hiç…
Bazen
çok ve çabucak âşık oluyorum hemen hemen her şeye bu duruma ben bile
inanamıyorum.
Bazen,
“hay aksi, gene mi? , neyi tutsam elimde kalıyor” hiç’i…
Bazen
ayrılık sonbaharda bile içini ısıtır adamın, tepeden tırnağa kıpkırmızı
jartiyeriyle seksi egzersizler yapınca…
Bazense
üçüncü sınıf pavyonlarda, loş ışıklı, bol arabesk dumanlı koskoca hiç… Bırak
yatağına sokmayı, yüzüne dahi tükürmezsin.
Bazen
kaburga kemiklerinin sesini duyasım geliyor, sarılınca…
Bazen
soluğunu dudaklarımda hissetmeyince, salyalı sümüklü bir hiç’ in izi kalıyor,
tenimde gezindikçe…
Bazen
çapkın oluyor bakışlarım, yalan söyleyemem…
Bazen
çapı kınsız, çırılçıplak bir hiç…
Bazen
bu dünyadan olmadığımı düşünüyorum, “fazlasın oğlum sen buralara” diyorum.
Bazen
noktanın bile cümle sonunda anlamı var - lale -, sen “noktalı hiç” bile değilsin…
Bazen
sürünerek gidiyorum bir yerlere,
Bazen
aslan olsam, hiç…
Bazen
çoook iğrenç, çirkef geliyor bu rezil dünya,
Bazen
kafayı bulunca, koskoca balo salonunda
damsız bir hiç…
Bazen
yüreğimde tüm acılarla o kadar diplerde geziniyorum ki bir kelimeye ses vermeye
nefesim yetmiyor… Hayatın derinlerine çekiliyorum.
Bazen
o kadar çenem düşüyor ki ozon tabakasındaki yırtığı yamasam, hiç…
Bazen,
ne kadar çok “bazen” diyor insan…
En
baz cümlede, ne kadar çok boşluğu dolduruyor “bazen hiç değilse”…
Bazen
obsesif, paranoid, psikoz, şizo, distimik, ruh hallerinde olduğuma o kadar
çok inanıyorum ve tek tek her birinin kapısını zorlayıp otel odasında
buluveriyorum kendimi ki sorma gitsin… Tek gecelik aşk gibi kullanıp kullanıp
atıyorum hepsini… Sonra işin tuhaf yanı baksanız aynı gelir size rimellerinin
renkleri… Oysa öyle akıyor ki onlar aynı renkte olmasına rağmen hepsi farklı
acı tonlarında… O tadı, o kokuyu terk ederken bir ben bilirim, tek gecede hem
de...
Bazense hemen bir üstte yazdıklarıma siktiri bol
gitmeler armağan ediyorum. Yerli yerinde bulamayınca aradığım bir şeyi sanırım
biraz aksi oluyorum ve otel odasındakiler bol makyajlı, bol alımlı, bol
isterikli ve yırtmacı gereğinden fazla derin “ hiç” oluveriyorlar…
Her
şeye rağmen;
bazen
çok ölüyorum… Yaşamak nedir hiç bilmiyorum. Gidip usulca yerime yatıyorum…
Uçsuz bucaksız karanlığın koynunda cenin pozisyonunda anamın rahmine doğru
ilerliyorum ( Tabi buraya argo tabir cuk otururdu ama edepsizliğin “hiç” anlamı
yok şimdi) … Kemiklerimin içlerinde adsız acılar kol geziyor… Sonra başımın ne
tarafta olduğu bilinsin diye dikilen mermerin tenine bürünüyorum… Çok üşüyor,
çok korkuyorum ama belli zamanlar gelip su döküyorlar ya kimisi gözünden,
kimisi elinden, kimisi de boy boy şişelerden…
Ve
nice zaman sonra dudakların değince o soğukluğuma; bilmiyorlar ki can suyu diye
bir şeyin varlığını, bir üst paragraf kosskocaman HİÇ’e yuvarlanıveriyor öylece…
Sahi
ben ne çok yaşıyorum bazen… Hiç öldüğüm gelmiyor aklıma… Gelmene gerek bile yokken
yine de öptüğün
ve
HİÇ
unutmadığın için sağ ol…
SürNot:
Haz Veren Ölüm adlı çalışmalar Salvador Dali’ye ait