“kim örter ki
üstünü...
yara almış bir defa kâğıttan
gemilerim
ruhum eskisi gibi
değil…
sevişmelerim…
onlar, onlar da öyle
ne kadar çok elektro
şoktan geçtim,
anlatamam…
ısıtmaya yetmez
hala,
soğuk gecen
çocukluğumun gecelerini…*”
Spontane
gelen bir şiirle çağırdı yazı… Böyle başlasın bu sefer de bu kitap yolculuğu…
Kitap
hakkında öncelikle şunu söylemem gerek. Psikoloji elle tutulan bir varlık
olmadığı için bu kitabı okurken hiç farkında olmadan şizofreni yahut bir başka
klinik psikoloji rahatsızlığının kapılarından çıkıp çıkıp girebilirsiniz… Üstelik
bunun yaparken de hiç farkında olmazsınız…
Başlığından
da anlayacağınız üzere Tezer Özlü’ye ait bu ince belli kitap 1980 yılında
yayımlanıyor. Yazarın ilk romanı olma özelliğini taşıyor. Kitap kapağı mavi
gülümseme ile okuyucuya merhaba diyor. Tabi buradaki gülümsemeye farklı
anlamlar yüklemek elinizde… Fiziki özelliklerine gelecek olursak ciltsiz, 72
sayfa ve 14*5 cm boyutlarında… Boyutları
ve sayfa sayısı sizi hemen kolaycı düşünmeye sevk etmesin. Lakin derinlik ve
sürekli açılan pencerelere bakıp bakıp geçmeniz bile sizin saatlerinizi
alabilir… Düşünce boyutunda zamansal kavramlarda kendinizi kaybedebilirsiniz…
Gelelim
kitabın bendeki izdüşümüne… Tenimde açık bıraktığı çekmecelere…
Öncelikle
açık konuşmak lazım...
Tezer’in
4-5 yıllık klinik psikoloji tedavileri vesaire falan bende bu kitabın romandan
çok bir öz yaşam öyküsü olabileceği kanısını uyandırdı. Ancak kendimi bu kitabı
okurken yazarın hayat öyküsünden soyutlamaya çalıştım. Tabi ne kadar başarılı
oldum tartışılır. Çünkü bazen yazarın hayatı romandır, bazense yazdığı roman
onun hayatı olur. Yani öz yaşamdan muhakkak bir şeyler özellikle ana karaktere
katılır. O karakter yazarın geçtiği acılardan, geçtiği hazlardan, yaşadığı
mutluluklardan geçer ama okuyucu bunu farklı algılar, çok farklı yorar hatta
yazarın hayatına çok benzeyip birebir örtüştürdüğü durumlarda olabilir... Ve en
nihayetinde okuyucu der; hayatı roman olmuş diye… Bana bu hazzı yaşattı mı
yaşattı. Ben hayali kahramanları zihnimde yaratmaktan öte bu romanda reel bir
öykünün ayak seslerinin izini sürdüm sanki...
Kitap;
çocukluk, gençlik, kadınlığın ve cinselliğin keşifleri, delilik ve elektro şok
evreleri, yaşam ve ölüm kavramlarıyla süslenmiş… Her devre ve evre beni sarsıcı
düzeyde etkiledi desem doğrunun en hasını söylemiş olur ve kendimle gurur duyarım… Ayrıca şunu da söylemekten çekinmem erkek
olduğumdan iğrendiğim, tiksindiğim ve utandığım anlatım ve olay geçişleri de
oldu bu kitapta… Ama bende hani bir boks müsabakası düşünün boksör diğerine
sürekli ve seri halde yumrukları indiriyor indiriyor… O indirdikçe diğer boksör
tökezliyor, düşüyor kalkıyor hatta kaşı falan açılıyor ama pes etmiyor ya…
Sonra diğer boksör nakavt edecek yumruğa kendini hazırlıyor ve içinden artık
bunu yedimi bidaha kalkamaz diyor. Vuruyor ve diğer boksör için on saniyelik geri
sayım başlıyor ve bitiyor. Nakavt… İşte yazarın betimlediği elektro şok
evreleri ben de bu etkiyi yarattı. Tam anlamıyla nakavt oldum. Ne yalan
söyleyeyim kitap bitti aklım hala deli gömleği giydirilmiş… Bedenim sıkı sıkıya
sedyeye bağlanmış gelecek olan şokları nasıl ruhumda sönümlerim onları
düşünüyorum.
Hıı…
Diğer
evreler etkilemedi mi etkiledi ama ben özellikle 52. sayfadaki (ki bu sayfanın
görselini daha önce sosyal medyada paylaştım) elektro şok olayından sonra
kalkamadım yerden. Gözümü açtığımda her yanım bağlı, bolca güneş yemiş kurak
topraklar gibiydim. Su arıyor, buluyor
ama içemiyordum. Boğulurum korkusu sarıyordu.
Kitabın
sonuna yaklaşıyordum. Aklımda elektro şok, ruhumda orgazmın tadı beliriyordu.
Özellikle son iki sayfada sevişme ve boşalma sahnesi böyle de anlatılır mı
diyorsunuz ama anlatmış, aşktan geçen bir sevişmenin doyumsuz hazlarını…
Ağustos
1979…
Ve
yeni bir hayat boy verirken, kitap bitti… Aklıma bianda dönüp tekrar başa
yeniden okumaya başlayayım bu kitaba diye geçirdim. Ama sonra tekrar aynı
acılardan geçmek aynı sarsıntıları, aynı şok etkilerini ve yaşamak kavramını
kaldıramayacağımı düşündüm.
İstediğim
kadar şoklanayım, aklımda ve zulamda…
Tekrar
yaşayacağım bu kitabı…
Sürnot:
*
Soğuk Geceler koydum şiirin adını…