Önce çok öz, hatta bayağı bir öz-geçmişiyle başlasın istedim yalnızlık, kendini takdime…
Milattan önce bilmem kaçıncı yüzyılda doğmuş, hiç yaşlanmadan günümüze kadar gelmiş tabi bu geçen sürelerde sık sık kendini yenilemiş, geliştirmiş, bir takım estetik operasyonları geçirmiştir. Ne tekerlek keşfedilmişti onun yaşadığı dönemde ne de çakmaktaşı… Bildiğiniz tanıdığınız çağlardan da eskidir. Çağ sözcüğü bile daha keşfedilmemişti yani anlayacağınız pek bir asilzadedir kendisi…
Herkes kendine benzetmek isterdi onu benzetirdi de yapısı müsaitti buna çünkü… Saray soytarısı gibi hükümdarının isteklerine göre şaklabanlık yapardı. Yani kime benzerdi yalnızlık, sorusu aslında yalnızlığın keyfi –kederiyle alakalıydı…
Kimi zaman sahibine, kimi zaman ayak izlerini geride bırakanlara kimi zamansa soytarısı firar etmiş hükümdara benzerdi…
Her şey olmayabilir lakin çoğu şeydi hayatın içinde… Bazı zaman şaşıp kalıyordu akıl, okulda, otobüste, iş yerinde, garda, barda vs. gibi yerlerde hatta aynada bile yüzlere nasıl sinebildiğine, sızabildiğine…
Nasıl oluyor da birden çok yerde, çoğu kişiyle buluşabiliyordu. Birinden bir diğerine metro hızıyla mı yoksa gözyaşıyla mı bu kadar çabuk ulaşıyordu. Şahsına ait kesin bir hava aracı falan vardır. Yani en azından öyle sanıyorum diyecektim ki (yine de demiş oldum aslında çaktırmadan) toplu taşıma araçlarındaki topluluğu bile yalnızlaştırabiliyordu.
Hangi mevsimi daha çok severdi derseniz. Her mevsim eşit mesafeden severdi onu ama yağmur daha bir başka... Çünkü en çok o günlerde yakalardı insanı tek kişilik şemsiyeler açılınca keyfine diyecek olmazdı. Yanında bir Türk kahvesi eksik…
Kime özenirdi; yalnızlık… Bunca zaman yaşadı. Hala daha ilk günkü gibi yaşamını sürdürürken… Niye bunca özenti, böyle çoğalma arzusu…
Baktığım her yüzde… Dört kişilik masanın üç sandalyesini işgal etmekte…
Kimi zaman pasaklı kontes…
Kimi zaman aklıyla mantığıyla Sokrates…
Sahibinden az kullanılmış, sigara falan da içilmemiş… Yoo doktordan değil… Satılık da değil aslında gönüllülük esas… Eee niye o zaman satılık ilanıymış gibi bunca tantana… Neden bunca yalnızlık…
Bilirim onun da sıkılır arada canı, tiye almıştır gene birilerini… Hem durmuyor ki öyle aynadaki yüzde durduğu gibi…
Dilde hüzünle ayrılık arası bir tat bırakarak bir şey demeden de gidebilir ansızın… Ne söyletiyor ne yazdırıyor ne konuşturuyor… Siz deyin üç maymun ben diyeyim beş maymunu aynı anda idare eder…
Çoğu zaman kalabalık gelir yalnızlık…
Sayfalar
Çakmaktaşı'ndan
Popüler Yayınlar
-
gel de uslandır düşlerimi evcilleştir yokluğunu, aşkım seninle sabahlar nasıl olurmuş gel de göster güneşe bir sen gel aşkım yıldızlarım...
-
Git❗Yolun açık olsun... Koynumda kokun... Ellerimde teninin izleri... Artık hiçbir şey eskisi gibi değil... Parmaklarım tuşlarına bastığı ...
-
Irmağımdın benim... Küçük, küçücük bir su birikintisiydim senden önce... Islaklığım anca kirpiklerime yetiyordu. Hani öyle ahım şahım a...
-
Halim Şefik Güzelson; ben ona Türk Edebiyatımızın gizli şairi diyorum. Garip akımı kurucularının yakın arkadaşı.. Aşağı yukarı Orhan Ve...
-
kaldım iki dağ arasında… düşler hep geç gelirdi bizim oralara normaldi inek sesleri arasında hayata merhaba demek d...
-
Bir dilekle başlıyor kitap aynen aktarıyorum. “ Hapishane koşullarında elle yazdığım bu kitabın taslağını gözden geçirirken özgürlü...
-
o kadar uzaktın ki bana inanamıyorum şimdi, bir kibrit çöpü mesafede duruşuna o kadar yakındın ki bana inanamıyorum şimdi, bir kibrit çöpü m...
-
çıplaktı her taraf tenim… yüreğim … ay çıkarmıştı incecik saten geceliğini üzerinden yıldızlarsa soyunmuştu bulutlara çırılçıp...
-
“The Book Of Eli” adlı bir film izlemiştim. Adına ister distopik deyin ister fantastik, güzel yer yer aksiyon sahneleriyle süslü bir film...