"Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda…"
İsim
bende ilk olarak Ak kardeşler korosunun şarkısından esinlenildiğinin imajını
verdi ki öyle de ama bir fark var biz yürüyelim istemedik zoraki bir yoldu
ayrıca da biz diye kastedilenler biz olmuyorduk… İkinci olarak ise genel bakış
perspektifiyle Tuncay Mollaveisoğlu’nun “Beraber Yürüdük Biz Bu Yollarda” kitabının
mantalitesiyle kurgulanmış geldi bana… Çünkü Mollaveisoğlu da kitabından Ak
yürüyenlerin nerelerden nerelere geldiklerini belgeleriyle çok güzel anlatıyor.
Ne tesadüftür ki o kitapta 352 sayfa. Bu ufacık ön nottan sonra tekrar dönelim
konumuza…
9
Eylül’de İzmir’in kurtuluşunda raflarda yerini aldı. Ön siparişle verdim. Tam
tarihinde elimde oldu. Dokuzunda…
Kitabının
tamamında bahsettiği tesadüf gibi görünen olayların aslında tesadüf olmadığını
ilmek ilmek işlendiğini anlattığı gibi elbette, onunda kitabının çıkış tarihi o
anlattığı tesadüflere benziyordu.
İzmir’in
Kurtuluş Günü…
Atatürk’ün
dokuz rakamlarında attığı Cumhuriyet adımları gibi…
Tamamen
tesadüf 9 Eylül…
Kitaba
gelecek olursak.
Zarar
uğrattığı patronunu kâra geçirme güdüsüyle, diğer iki kitabının da yayımcısı olan
Doğan Kitaptan çıktı…
Ciltsiz…
14 x 23 cm boyutlarında… Kapağın beyaz oluşu Ak’lı dönemi, U dönüşü yasak
tabelası da “kurallar yas’aklıların çiğnemesi içindir” in mantığıyla konulmuş
olmalı… Çünkü Ak göründüğü kadar hiç de ak değil ve kitabın kapağına kanıp
alanlar okudukça mumla aradığınız günleri göreceksiniz. Ayrıca bence U dönüşünün
bir manası daha var o da tükürürken ortalığı velveleye verip miting miting
gezip muhalifleri topa tutuyorlar yani tabiri caizse tükürükle ava çıkıyorlar.
Sonra o tükürüğü yalarken de kimseye hissettirmemeye çalışıp kendi içlerinde bi
yanarlı dönerli ne idüğü belirsiz anlatım biçimi kullanıyorlar. Yani aslında
tükürdüklerini bile yarım yamalak yalıyorlar’ın görsele dökülmüş hali.
Yukarıda
dediğim gibi 352 sayfa… 3 kasım 2002’den başlayıp Mısır darbesinin yapıldığı 3 Temmuz 2013’ e kadar yaşanan tam tamına 10 yıl 9 aylık süreç.
Ne tesadüf dokuz burada da karşımıza çıktı.
Her
yıl ölenler yâd edilmiş, şehitler yâd edilmiş. AKP’nin artan oyları gibi şehit
sayıları her yıl artmış. Kitap okurken,
kendime göre önemli bulduğum noktalara post-it yapıştırırım. Bu kitapta da
aynısını yaptım. Sonra verdiğimiz şehit sayıları dikkatimi çekmeye başlayınca o
sayfalara da yapıştırdım. Kitap şu an resimde gördüğünüz hali aldı. Şehit
sayılarını saymaya yeltendi aklım sonra vazgeçtim. Şehit kelle değil ki ne
yapıyorsun oğlum sen dedim ve bıraktım öylece…
Kendi
deyimiyle önsözü var. Evet, doğru var ama önsözün başlığı yok. Bir anda
dalıveriyorsunuz kitaba… Yazarın hayatıydı, otobiyografisi, yayabiyografisiydi
uğraşmıyorsunuz.
İçindekileri
de yok. Kendinizi kaybettiğiniz sayfalarda, gittiniz. Bulamıyorsunuz bir daha
kendinizi… O yüzden sayfa sayılarına sıkıca tutunuyorsunuz.
Belki
de usta, olayların tamamen içinde olduğumuz için içindekiler’i koymaya gerek
duymadı, belki de çok dışındaydık olayların iyice içinde kalalım diye koymadı.
Bilemeyiz.
İndeksi,
fihristi, kaynakçayı falan da aramaya kalkarak işgüzarlık yapmayın çünkü onlar
da yok. Dizin diyebileceğimiz yılların altlarında yazan o yılın kritik
gündemlerinin ipuçlarını veren manşetler var. Bunları okudukça eğer gündemi
yakından takip eden biriyseniz hemen kafanızda şimşekler çakıyor. Paratoneri
olan hemen o şimşeği elektrik enerjine çevirebiliyor, olmayan ise toprağa doğru
sönümlüyor. Ve sadece 30 Temmuz 2013’de
Hürriyet’teki köşesine yazdığı yazıdan şunu anlıyoruz. Beş gazeteyi 460 bin
sayfadan 1,5 yılda taramış. Bu da matematiği zayıf olan benim için kabaca bir
hesap yapmak gerekirse, bir gazeteye 3 ay 6 gününü vermiş, gazete başına 92 bin
sayfa taramış oluyor. Bu da günde 958,3 sayfa eder ki bi ara sabah-öğle-akşam
kahvaltı yapmak, yemek yemek yerine gazetelerle beslendiğini kanıtlıyor. (Şayet
hesaplamada bir yanlışlık varsa matematiğin değil benim yanlışımdır) Sonra hangi
gazeteleri taramış isimleri ne, hangi kriterlere göre seçildi, niye beş gazete
daha fazlası değil vb. gibi soruların cevabını şimdilik bilemiyoruz. Şunu
anlıyoruz ama bu iktidar başımızda olduğu sürece bu kitabın kaynağı kurumaz. Özdil Larousse olur.
Bir
de bir şey dikkatimi çekti. Bilerek mi yapıldı bilmiyorum ama benim gibi
sayfalara ufacık notlar yazıp yapıştıranlar için yazıları kapatmayacak şekilde hep
boşluklar verilerek olaylara geçiş yapılmış. Bu güzel…
Kitaptaki
anlatım ve dile gelecek olursak… Bildiğimiz, pazartesileri, kafa izinleri hariç
her gün okuduğumuz Öz’dil-le yazılmış… Anlatıma ak’ıcı demek istemezdim ama
affedin, Ak kardeşlerin yaptıkları mimariyi anlatan bir kitabın anlatımına ne
denir ki… Sonra eğer sizde benim gibi bu beş gazete olayına kafayı taktıysanız kitabı
okurken beş gazeteden birinin konti garanti hemen hangisi olduğunu
bulabiliyorsunuz. Cümleler, olayların anlatılış biçimleri ele veriyor. Ben
mesela yer yer kitabı okurken bu sayıyı beşte altı bile tutturduğum oldu.
Final
bölümü, sonuç, netice gibi eş anlamlı zıt anlamlı bir şeyler arayan da varsa bu
kitapta onun hiç olmadığı kesin… Eee zaten yazarın kendisi de başlıksız
anlattığı önsözünde son sözün olmadığını söylüyor. Bir anda içinde
oluverdiğiniz kitaptan, bir solukta geçip gidiveriyorsunuz. Ne yapmışlar, aa bu
da vardı, hıı bunu hatırladım gibi cümleleri içinizden söylediğinize şahit
olacaksınız ancak kitap bitince Ak’lı günlerin bittiğini sanmayın. Daha şahit
olacağınız birçok olaylar seçim süresine kadar peşinizi bırakmayacak. Eee bu da
kitabın içeresindekilerin tamamen hayal ürünü olmadığının kanıtı.
Ancak
kendi ruh sağlığınıza dikkat edin çünkü paranoyak olma ihtimaliniz var.
Anlatımdan mı badem zihniyetlilerin ilmek ilmek olayları örüşünden midir
bilinmez ama her şeyin dört tarafında bir şeyler arayabiliyorsunuz. Her şeye
belli bir süre kuşkuyla yaklaşabilirsiniz. Hatta gelip geçici PES’e (Potansiyel
Ergenekon Sendromu) bile tutulabilirsiniz.
Son
olarak okuyucu tavsiyesi çeşitli internet sitelerinden kitabı indirimli fiyat
etiketiyle bulabilirsiniz, alabilirsiniz hatta yakın Türkiye siyasi tarihinde gezintiye
çıkabilirsiniz.