“Ve Tanrı kadını yarattı…
Ne bir taşa,
Ne de bir başkasına dayadım sırtımı
Kadınımdan başka…” diye doğaçlama bir dörtlükle başlıyor yolculuğumuz…
Lakin ben yalnız o kadar eskilere kadının yaratıldığı zamanlara falan gitmeyeceğim. Kadının enlerinden, ilk kadın bilmem nelerine de değinmeyeceğim. Çünkü dayak yiyen…
Devlete sığınmak isteyip de devletin sığdıramadığı…
Öldürülen…
Evlatları kayıp edilmiş, failleri meçhul, gözleri yaşlı…
Eylemlerde, düşük yapıp gitmeseymiş hamile hamile oralara denilen, kadınlarımız dururken tamamen içimizde… İçimizden geçip giderlerken gerek yok o kadar eskilere gitmeye…
Şiddetle yan yana, dayak yese de kocamdır döver mantığıyla sindirilmiş, büyükleri öyle öğretmiş, karakollar “kocandır” deyip barıştırmış…
Kadınlarımız var bizim, hastane koridorlarında bekleyen…
Yürekli… Mağdur… Hakkını aradı mı rezillik sayılan…
Kurtuluş savaşında mermi taşıyan… Su taşıyan… Can taşıyan… Düş taşıyan…
Her bir taraftan genç kız cesetleri çıkarken kiminin fail ya da failleri bulunup kimilerininki ise meçhule karışmakta…
Kimisi töreye kurban edilmiş… Kimisi teröre…
Kimilerineyse tek sorunları türbanmış gibi davranılmış…
Siyasetten uzak, siyasetin tam göbeğine oturtulmuş,
Kadınlarımız var bizim, yitik… Güçlü… Mağrur… Savunmasız…
Kadınlarımız var bizim;
*“… korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen” kadınlarımız var, değerli… Sevdalı… Tutuklu…
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen” kadınlarımız var, değerli… Sevdalı… Tutuklu…
Kimisi karları delerek, kilometrelerce yürüyor okuyabilmek için…
Kimisi çocuk yaşta, çocuk sahibi…
Kimisi asgari ücretle ev geçindirme derdinde,
Kimisi de mutfaktaki kavanozu çocukluktan kalma alışkanlıkla gizliden gizliye doldurarak geçinebilme sanatı yapma derdinde…
Kadınlarımız…
Kardelenlerimiz var bizim, dertli… Tutumlu… Çalışkan… Cesur…
Ne kadar büyüsek de gölgeleri üstümüzde olan hünerli… Duyarlı… Düşünceli…
Kadınlarımız var, kapının açılmasıyla;
“Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.**” diyerek naif ve utangaç bir şeklide yoksulluğumuzla karşıladığımız, tutkulu… Sevdalı… Yaşama dört elle sarılan, dimdik kadınlarımız var…
yorulmuşsundur;
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.**” diyerek naif ve utangaç bir şeklide yoksulluğumuzla karşıladığımız, tutkulu… Sevdalı… Yaşama dört elle sarılan, dimdik kadınlarımız var…
Ne önümüzde ne de arkamızda, yanımızda…
Yanı başımızda…
Alıntı:
*N.Hikmet “Kadınlarımız” şiirinden
** N.Hikmet “Hoş geldin Kadınım” şiirinden