ZULAMDASIN -Şiir Sözlüğünde Lavinia-


Zulamdasın…
Sakladım seni yıllardır, sen dahi bilmedin…
Uykusuz gecelerimi aydınlatan mum ışığı oldun bazen. Üflesem sönecektin. Tuttum nefesimi. Bazense göğün sol yanında asılı duran, ay… Çeksem çekebilirdim perdeyi, korniş dahi takmadım pencereye…  Bazense dokunsam, uzamsam kapatacak kadar yakınımda duran baş ucu lambasıydın. Çok oldu koynumda kitapla uyuduğum ama gitmedi elim kapatmaya seni en aydınlık günlerde dahi…
Seni büyüttüm durmadan yalnızlığımla baş başa kaldığım zamanlarda, kalabalıklarda… Seni büyütüp büyütüp koydum ceketimin iç ceplerine, çantamın fermuarlı gözlerine, cüzdanımın en kuytu yerlerine…  Bazense nereye koyduğumu unutup durmadan aradığım zamanlar da yaşadım ama en soluksuz, en havasız, en çaresiz zamanlarda dahi kalp atışlarımdan daha yakındın bana…
Evet, biliyorum, argo bir tabir ama ne yapayım şu an en koyu kelime bu seni anlatabilecek; zulamdasın…  Zulamda…
Sen dahi bilmiyorsun… Tıpkı Özdemir Asaf’ın Lavinia’sı gibi… Hani diyor ya usta;
“…
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia ”

Yani öyle, öyle Lavinia…
Kimseye okuyamadığım, hatta adını bile bahsetmediğim bir şiirin başlığı altına sığınan dize görünümlü büyük kara parçası gibi duruyorsun, zulamda… Ne zaman boğulmaya yüz tutsam sana doğru yüzüyorum.  Her kulaçta bin yıllık bir aşkı ağırlayarak…

Bazen evrenin çocukluk haline bürünüp durmadan ağlaşıyoruz, bazense yüzümüzdeki onca kırışıklığa rağmen gülüşüyor… Sürreal sancılar içerisinde durmadan her geçen günden daha fazla seni çoğalttıkça çoğaltıyorum… Kimseler bilmiyor, argo tabirle zulamda, şiir lügatında Lavinia’msın…

Sana onca satırlar uzanırken, onca cümleler üç noktayla biterken “ sen kim oluyorsun oğlum kim oluyorsun” diye hayatı sorguladığım ve acımasızca en kibar tabiriyle tırnaklarına manikür yaptığım çok oldu hayatın…  Yine de her acıya rağmen söyleyemedim, sustum… Çıt bile çıkarmadım… Zulamdasın be gülüm, en acımasız halinle…

Şimdi hiçbir türkü dindiremez yokluğunun acısını hangi notadan geçerse geçsin, hangi makamdan gelirse gelsin anca pansuman niyetine sarar yaramı…  

Sen; en koyu, en argo tabirle, şu an seni anlatan ve anlatabilecek tek kelimeyle, zulamdasın… Şiir sözlüğünde ise Lavinia’m…   
Ne sen bildin, ne de ben söyledim…


Perdelerde Kaldı


kelimelerin ana diliyle seslendim sana,
hem de çıkıp yüreğimin en yüksek yerine
sense kapatıp pencereni,
çektin hem tül
hem de kalın perdeni 
 
 
 
 
 
 

NEYLEYİM


bana sen gerek sevgili
neyleyim gözümü kamaştıran güneşi
neyleyim dalgaların arasında usul usul gezinen ayı,
kimsesiz sandalları,
yoksul balıkçıları …

bana sen gerek sevgili
neyleyim kokusu koynuma düşmüş mevsimleri
pencerede yeni yeni açan sardunyayı
ne edeyim kapıyı açtığımda yoksan karşımda
öksüz bir çocuk gibi düşüyorsa gözlerim
bir anne yokluğuna

bana sen gerek sevgili
neyleyim güneşi, vurmuyorsa yüzünün kumsalına
ve kayalıklar el çırpmıyorsa,
neyleyim…
neyleyim mevsimleri, sen kokmuyorsa
kaldırımları neyleyim ayak seslerini getirmiyorsa
bana ne martıların çığlıklarından, sen değilsen kıyıdan simit atan
bana; içime haziran sıcaklığı gibi düşen,
sen gerek sevgili
sen …
 
 

BEN SENİ SEVDİM -Eros Ölçeği-


Ben seni sevdim…
Sensizliği değil…

İçimden geçen iki tanecik cümle ve ardından yalnızlığın yanaklarımda yaptığı o muhteşem gösteri. Az çok bilir herkes (yani aşktan, acılardan, ayrılıklardan, yalnızlıktan yalınayak yürüyüp geçenleri kastediyorum) bilir o ay ışığının gözyaşlarına yansıyıp da ışığın en göz alıcı gösterisini…
Bilir, ayrılık anında dudakların baraj kapakları gibi sıkı sıkıya kapatılmış halini. Öpmeye mecali kalmaz insanın ya da hep son öpücükmüş gibi açıverir o kapakları… Durmadan öper, öper, öperrr… Ve ayrılığın dudak ıslaklığına bıraktığı rüzgâr ürperterek iç içe geçen parmakları birbirinden söker.
Kaç tane varsa bu gibi ya da bunlara benzer ayrılığın halleri, inanın yaşamıştır aramızda gezinen on kişiden dokuzu…  Ancak o dokuz kişide ayrılığın bıraktığı acı, işte o acı aşkın eros ölçeği niteliğindedir…  Birimi şiddet değil, sevidir.

Ben seni sevdim…
Ardında bıraktığın ayak izlerini değil…

Aslında her yeni aşk, kabuk bağlamış bir yaradır. Ve ayrılık o yaranın yeniden kanatılmasıdır.
Kandırdığımız çok olmuştur çoğu zaman kendimizi, aramızda gezinen on kişiden dokuzu çivi çiviyi söker diye ya da aşk acısının tek çaresi yeni bir aşktır diyerek atar kendini, denize düşmüş gibi yılanın kucağına. Ya da o kalan bir kişinin yaptığı gibi durdurmaya çalıştığımız, olmaya çalıştığımız tek şey baraj kapağı gibi görünmektir. Yani hazır değilim böyle bir ilişkiye, ben hiç böyle düşünmemiştim vesaire gibi konuştukça kabuğuna çekilen, kaplumbağa edasıyla kurulmuş cümlelerin çatısı altında güvene yolculuktur, bir nevi…  Aslında işin en tuhaf yanı da bir ayrılıkta yılanın, diğer bir ayrılıkta kaplumbağanın koynunda oluşumuzdur.

Ben seni sevdim…
Gerçekten sevdim…

Çoğumuz muhakkak Leyla ya da Mecnun olmuştur yahut Nâzım ya da Piraye bir aşk yolculuğunun içinde… Bize açtıkları o ilahi, o kutsal aşk yolunda ilerlemiş aşkı kendimize göre ölçüp biçip giyinmişizdir. Eminim. Aramızda gezinen on kişinin onu da aşkın bitmesi için değil sürmesi için o yola çıkmıştır. O yol ki kimine asfalt, kimine patika olmuştur. Kimi asfalttan sonra gelen çakıllı yolda dayanamamış, kimiyse patikadan sonra gelecek dümdüz yolu beklemeye sabredememiştir ama biz her âşık oluşumuzda ne Leyla olmaktan ne de Nâzım olmaktan vazgeçmemişizdir. Çünkü aşkın adı aynı, yaşantısı farklı… Tadı aynı, bıraktığı his farklı… Teni aynı ten, yaşattığı dokunuşlar farklı… Aşk, o muhteşem ışıltısıyla hep aklımızı başımızdan alıp uzaklara götürme yetisine sahip bir yıldız gibi dururken gökyüzünde, hepimiz gönüllü kölesiyizdir ya Mecnun olmanın ya da Piraye’nin…
 
Ben seni sevdim…
Yokluğunu…
Ayrılığı…
Özlemi…
Sensizliği…
Yalnızlığını, değil…

Herkes gibi gücüm ve yüreğim yettiğince… Aklım erdiğince, dilim döndüğünce. Aramızda gezinen on kişiden on birincinin anlattığı sade ve yalın bir dille sevdim…
Ve sen giderken…
Uzun topuklu sesleri; kısacık, ıpıslak yürek çarpıntılarıyla doldurdum…



Popüler Yayınlar

Yasal Uyarı

Yayınlanan yazılar ve şiirler özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazı ve şiirler aktif link verilerek kullanılabilir.