Sen koşar adım
uzaklaşırken, ağır ağır bir melodi okşuyordu saçlarımı, tenimi, sular seller altında
kalmış yüreğimi…
*“Aşk bitti…
Elimden sanki minik bir balık kayıp gitti
Aşk bitti…
İçimden sanki bir şeyler kopup gitti
Aşk hiç biter mi?
Hiç bir şey olmamış gibi
Boşlukta kaybolup gider mi?
Aşk hiç biter mi?”
Elimden sanki minik bir balık kayıp gitti
Aşk bitti…
İçimden sanki bir şeyler kopup gitti
Aşk hiç biter mi?
Hiç bir şey olmamış gibi
Boşlukta kaybolup gider mi?
Aşk hiç biter mi?”
Ne sorular
ama…
Ne ayrılık…
Ne aşk…
Aşk da bir kompozisyondur nihayetinde “giriş-gelişme-sonuç” üçlemesinden oluşan. O üçlemeyi bozansa bir tek başlığıdır. O başlık hep aynı; -ayrılık-tır. Onun altına yazılanlar değişse de demirbaştır…
Adımızı bu sefer bildiğimiz
bütün noktalama işaretlerini kullanarak yazıyorduk başlığın yanına… Aşk dedik
her an tehdit eder ayrılığı, korkutur sindirir belki ünlülerini düşürür yahut
biraz daha yumuşatabilir ünsüzlerini diye inadına yazdık adımızı ayrılığın yanı
başına. Çılgındık, serde gençlik vardı. Kanımız
kaynadıkça ayrılığa cümleler değil sanki lav akıtıyorduk.
Sonra ne olduysa önce
cümlelerimiz kurumaya başladı. Daha basit, daha sade sonra daha da ileri;
“-ne yaptın bugün”,
“-iyi”
“-sen ne yaptın”
“iyi, ne yapayım” lara
dönüştü… Ondan sonraları koca koca suskunluklar, birbirimizi görmemezlikten
gelmeler…
Daha da ilerisi ise hatta
iddiaya girerim sizinle en acıklı, acınası halidir bu sahne, siz farkında bile olmazsınız günde iki defa
öpüştüğünüzün birincisi sabah işe giderken ikincisi akşam eve dönüldüğünde
ondan sonra yabancılaşır her şey… Yastıklar soğur, düşler bayatlar… Bayağılaşır,
mono/tonlaşır aşka dair her şey…
**“ahhh...
aşk yokluğa düşünce
“k”yi verdi önce
ama yetmedi elde kalan
şimdi bir “a”var önünde
“h”leri içinde olan...”
aşk yokluğa düşünce
“k”yi verdi önce
ama yetmedi elde kalan
şimdi bir “a”var önünde
“h”leri içinde olan...”
Evet. Önceleri
cesurca kullanılan noktalama işaretlerinin yerini bu sefer Türk Dil Kurumunun
ürettiği, türettiği ne kadar olumsuz ekler varsa hepsini tek cümlede kullanabilme
yetisine geçildi… Karşılıklı atışmalar, sürtüşmeler TDK’ya inat, ayrılığa inat hatta
nefes kontrolü kaybedilmiş bir vaziyette sarf edilirdi cümleler…
Kim dinlerdi!
İki kişi haricinde herkes yani herkes dediysem korkmayın hemen, sokaktan o an
geçenler, belki karşı balkondakiler
yahut alt kattakiler, bakkal, manav vs. şu an hatırlayamadıklarım adını sayamadıklarım alınmasınlar… Yani herkes kulak kabartmış aşkın noktalama
işaretleriyle vuruluşunu izliyordu. Her geçen gün biraz daha nokta biraz daha –lama…
Günler geçip gidiyordu nokta/lama
arasında…
Sonunda varacağı
yer belli bu kompozisyonun, dediğim gibi en nihayetinde aşk, altı üstü üç harf
ama kompozisyona bile meydan okurdu yeri geldiğinde… Durmaz önünde hiçbir şey,
durduramaz da hiç kimse o akar gider yolunu bulur…
***“Aşk; görmekten
çok özlemeyi sever,
Dokunmaktan çok düşlemeyi…
Ve aşk öyle haindir ki;
Nerde imkânsız varsa gider onu sever.”
Üstelik kompozisyona ve edebiyat tarihçilerine
inat…
Alıntı:
*Ezginin Günlüğü: Söz– Müzik: Nadir Göktürk
** Mürüvet Dindar şiiri.
*** Özdemir Asaf şiirinden.