Öncelikle şunu söylemem şart bu yazı bir şiirin
analizi yahut edebiyat tarihçisi kıvamıyla şiire sanat sevicileri tarzında
yaklaşıp ve hiç haddim değilken şaşaalı laflar edip ahkâm kesme geçidi
değildir. Zaten şairine laf söyleyemeyecek kadar küçük, üstelikte şiirini elimi
çenemin altında tutup didik didik edemeyecek kadar çok ufak bir atom parçasıyım
bu evrende… Şayet ne diye yazdın bu yazıyı diye içinizden geçiriyorsanız size
söyleyecek tek bir lafım var “yalnızlık” …
Evet, yalnızlık tutup yakanızdan çarpıverince işte
böyle bir duvara, her yeriniz kan revan içinde olsa bile karışıyorsunuz, hiçbir
şey yok-muş gibi davranıyorsunuz onca insan içinde… Hangi duvardan, hangi
şiirden mi bahsediyorum… Bak işte onu söylemeyi unuttum. Kaptırıp gidince böyle
tuzlu suların şelale etkisine, bulutlandık birden… Kusuruma bakmayın ben
sizleri o duvarın önünde hep gördüğümden söylemeye gerek duymadım belki de;
Sevgi Duvarı…
Yıllardır okurum bu şiiri… Üstelik dinlerim de Ahmet
Kaya’dan… Doğruyu söylemek gerekirse son zamanlar hiç bu kadar iliklerime kadar
hissetmemiştim hatta size şu kadarını söyleyeyim her şeyimle sıyrılıp bu
dünyadan düştüm sevgi duvarından örülme havuzun içine... Bu şiirin dizeleri
itti beni gitmem gereken yollara, atmam gereken kulaçlara, geçmem gereken hayal
kırıklıklarına... Sanırım insanın ruhu en çok neye ihtiyaç duyuyorsa onu
alıyor. Algıda seçicilik gibi bir durum… Yani ben yalnızlığımı hiç bu kadar
rezil ol, ya da rezil olalım diye çağırmamıştım. O geldi durdu Can Yücel’in
dizelerinde ve sürüne sürüne yediğim-içtiğim, düşündüğüm-duyduğum ne kadar şey
varsa hepsinden beslenerek iliklerime işledi Ahmet Kaya sesi ve bestesiyle…
“Sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat sevicileri
Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi”
Ama ne kadar rezil olursak o kadar iyi, hatta çok iyiydi… Belki şaire göre iyiliğin ölçüsü rezilliğin derecesine bağlıydı. Tabi rezillikte yalnızlığın bıraktığı o yaraya… Üstelik şunu da düşünüyordum bir taraftan habire içerken. Kimin yalnızlığı hem kontes olur hem de sidikli, pasaklı ve üstüne baharat niyetine rezillik serpiştirilmiş olabilirdi… Tabi ki bir şairin demeyeceğim;
“Sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat sevicileri
Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi”
Ama ne kadar rezil olursak o kadar iyi, hatta çok iyiydi… Belki şaire göre iyiliğin ölçüsü rezilliğin derecesine bağlıydı. Tabi rezillikte yalnızlığın bıraktığı o yaraya… Üstelik şunu da düşünüyordum bir taraftan habire içerken. Kimin yalnızlığı hem kontes olur hem de sidikli, pasaklı ve üstüne baharat niyetine rezillik serpiştirilmiş olabilirdi… Tabi ki bir şairin demeyeceğim;
“
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi
Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardım seni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi “
Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardım seni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi “
Üstelik şair bu dizelerde kimleri,
kimlerin yalnızlığına katmış belki onların bile bu derece yalnızlıktan
haberleri yok… Ama en güzeli de en vurucusu da en ihtişamlı yalnızlığı da
çöpçülerin ellerinden süzülen süpürge saçlı yalnızlık oluyor… Bu nasıl bir
emekçi yalnızlıktır böyle herkesin özellikle sabahları görüp de görmezden geldikleri
bir günaydını esirgedikleri, koca bir yalnızlık… Koca bir hiç oluyor aslında
insan yine kendisinin…
Elde var iki…
Yani sidikli, pasaklı kontes olan
yalnızlıktan sonra süpürge saçlı yalnızlık toparlamaya çalışıyor bizi… Yani en
azından temizlemeye… Belki de biraz olsun nihilist yaklaşımlardan sıyırmaya
çalışıyor o çöpçü elleri… Sonra;
“Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi”
“Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi”
Yani iş, yani asıl mağrifet doğru
söylemekte değil yalan-sız yaşamakta ve
tabi bu kıtayla elde var üç… Çoğul
türkülü, yalnızlık…
Şimdi soruyorum size sevgi duvarı mı bu
şiir, yalnızlık duvarı mı?
Sonra nereye gidip gidip daha çok
tosluyoruz? Yalnızlığa mı yoksa sevgiye mi?
Gerçekten sidikli olunca mı yalnızlık
rezil oluyoruz, süpürge saçlı olunca mı kötü kokuyoruz… Hadi hepsini unutun. Vazgeçin
bir anlığına tüm sorgulardan. Ölüp ölüp dirilsek de ölümlerimiz çoğul,
yalnızlığımız tekil bir türkü olmuyor mu sizce…
Ve
son olarak sek içtiklerimizi saymazsak, istediğimiz kadar su katalım anason
kokuyor yalnızlık…
SürNot: Can Yücel “Sevgi Duvarı” şiirinden ve aynı adlı
Ahmet Kaya bestesinden esinlenilmiştir. Dizeleri ve besteleri önünde saygıyla
eğiliyorum...