Kendi
görüntüsüne âşık olan Narkissos değildim elbet…
Bizim
hikâyemiz Karaburun’da da geçmiyordu. Dali kadar olmasa da karizma konusunda idare
ederim doğrusu yani Dali’nin bıyığı kadar saçım olsa…
Neden
mi bahsediyorum… Size çok mu saçmalıyor gibi görünüyorum…
Aslında
şu an ne mitolojiden ne de Salvador Dali’nin “Metamorphosis of Narcissus (Narkissos'un
Dönüşümü)” tablosundan bahsediyorum… Hiççç aklımın ucundan
dahi geçmezdi, geçmedi de Narkissos
günümüze nergis, üstelik bir çiçek adı ya da bizzat çiçeğin kendisi olarak
geleceğini…
Yani ne işin var senin deniz dururken, nehir
kıyılarında demeyin… Suya yansıyan yüzüne tutuldum tıpkı Narkissos gibi… Ama
benim tek farkım o deli kendi görüntüsüne âşık olurken ben senin görüntüne âşık
olup deliriyordum… Kalakaldım öylece… Taş mı kesildim? Yoo… Aç kalıp günden güne
eridiğim doğru… Hani aşk adama bunları yapar da ya görüntü… Yüzü, bacakları, göğsü,
endamı, saçı-başı, makyajı tepeden tırnağa yansıyınca suya bunları yapacak güce
kudrete sahip miydi adına aşk denen o kutsal varlık… Mitolojik bakmıyorum olaya
ama yüzyıllardır gelen bir gelenek gibi ne bulduysa kadın, neyi keşfettiyse yakıştırmasını
bildi kendine… Aslında kendi için mi, biz erkekler için mi böyle yaptı yoksa kadınlar
arası savaştan galip çıkmak için mi bilmiyorum… Bilsem de kendimde test edecek
cesaretim yok doğrusu…
Aşk, hani o ilk görüşte diye diye altını
kalın çizgilerle çizdiğimiz (siz bakmayın benim burada ince çizgi kullandığıma)
cümle var ya işte o cümle hangi görüntüyü barındırıyordu. Onu demeye getirip o çiftleşme duygularından
arındırıyordum bir nevi biz erkekleri… Hıı! Ne kadar arınırız bilemem…
Peki, görmeden o suya yansıdığı duru haliyle iki
insan âşık olamaz mıydı birbirine… İlla kadın ya da her kimse bu aşk oyununda
kendini yanılsama yoluyla göstermek zorunda
mıydı? Biz erkeklerin görsel ve fantezi dünyasını kadınlarınkinden farklı kılan
şey neydi? Sanırım mitolojideki aşkların
genetik kırıntılarıyla besleniyorduk da kadını severken bile sevişme
dürtülerini yani içimizdeki eski çağ hayvanını ehlileştirme gereğini
duyuyorduk.
Su; sanki zamanı emen içinde ince uzun bacaklı
filler barındıran, kâğıt havlu…
Yüzü, kıtalardan kopan kara parçası… Ağır ağır
nasıl da salınıyordu. Su, gerçekten var mıydı yok muydu? Bu Narkissos
dedikleri kadar yakışıklı ve kimselere pas vermeyen burnu havada bir adam
mıydı? Bilmiyorum doğrusu hoş bilsem de ne işime yarar… Mitolojik aşklar,
sevişmeler, cinsellikler yirmi birinci yüzyılınkinden çok farklı ya da
bizinkiler onların karşısında fantastik…
Tamamen
bahsettiğim şey şu “Nergis çiçeği…”
Yani Metamorphosis
of Narcissus’dan geçip öyle bir çiçek olmak ya da olmamakla, ille de
avangart takılıp sanat tarihçileri edasıyla elimi çeneme dayayıp saatlerce
bakıp bakıp süslü kelimeler etmeme gerek yok. Hoş! Et deseniz de ne edebilirim
ki sonuçta ne avangardım ne sanat tarihçisi… Ancak varoş semtlerin kendini
beğenen gecekondusu olarak tek kelimeyle işi bitirmem gerekirse,
“Aşk; aslında insanın kendisini, başkasında sevmesidir… O yüzden
hepimiz biraz Narkissos, biraz da çiçeğiyiz, kendimizin…”
Kaynak Alıntı:
* Salvador Dali’nin
aynı adlı “Metamorphosis
of Narcissus (Narkissos'un Dönüşümü) tablosudur.