SAVUN-MA



“Hükümetlerin en kötüsü masun insanları korkutandır” diyen Beydaba’nın sözüyle başlıyor kitap.

İçindekileri ayrıntılı… Önsözü kitap bölümlerinin tanımlanmasıyla harmanlanmış.

Cumhuriyet Kitaplarından çıkan ciltsiz, 128 sayfa, 12*19,5cm boyutlarında 2013 yılına ait,  son kitabı Balbay’ın… Aslında burada kitap demek ne kadar doğru bilemiyorum çünkü yapılan haksızlığın “savun” hakkının alındığı, tanınmadığı için Balbay ülkesinin insanları için, geleceğe bir miras için bu savun hakkını kitaplaştırıyor. Yani bir nevi iç dökümü, bir nevi kıt olarak tanımlanan zamanda bu kadar iddianın çelişkilerini ortaya koymasının ve iddiaların tam anlamıyla cevaplanamayışının öyküsü…

Kapak dikkat çekici…
İnsanlığın 3. Harfi…
Adaletin 3. Harfi…
Yurtseverliğin 7. Harfi…

Hukukun 4. Harfi…
Direnmenin 5. Harfi…
Demokrasinin 3. Harfi…
Gazeteciliğin 2. Harflerinin birleşiminden oluşuyor ve ortaya SAVUNMA çıkıyor. . 

Yazar savunma kelimesine farklı bir anlam yüklemiş oluyor bu yedi kelimeyi bir araya toplayarak ama okuyucu olarak bende uyandırdığı çağışım bu “Savun- ma”…  Benim attığım başlıktaki gibi –ma’yı olumsuz bir ek sayınca aslında demokrasi ve gazetecilik yok sayılmış oluyor.

Kitapta yer yer resmi belgelere yer verilmiş. Sunulan kanıtların aslıda kanıt değerinin olmadığının kanıtlamaları yapılmış ama nafile… Mahkeme kalemi baştan kırmış sadece duruşmadan duruşmaya kimseye göstermeden kırdıkları yeri idareten yapıştırmışlar hepsi o kadar…  Ayrıca kitapta milletvekili seçimlerine ne şartlarda hazırlanışının, seçilişinin ve beraat taleplerinin de ret edilmesinin gerekçeleri yer almaktadır.

Genel hatlarıyla dinlemeye meyilli olmayan bir mahkeme, diğer yandan savunulacak kadar zaman tanınmayan baştan suçlu ilan edilmiş insanların vicdanlarımızı sorgulatan insansı hali bu kitap…

Ve kitap son söze kararın gerekçesi ve Balbay’ın fotoğrafları yer verilerek bitirilmiş.


Ahmet Kaya Yaşasaydı...



Başbakanı ulan derse valisi gavat der...
Değişen Türkiye, değişen kurumlar...
Değişen siyaset geleneği (ki kirli oyunlar kasetler falan derken bu gelenek de kaldı mı bilmiyorum ya doğrusu) ve değişen siyasi üslup...
Bu kadar değişim içerisinde değişmeyen tek şey badem bıyıklar…

Siz ne kadar yakıştırıyorsunuz (buradaki sizden kastım AKP’liler) bilmiyorum ama bence ne olursa olsun “ulan” diye bir hitap hiç yakışmıyor ama siz gene ulan demedi ula dedi falan gibi şeyler de söyleyebilirsiniz... Ama gene siz bilir ve hatırlarsınız ki bu argo ve kaba konuşma ilk değil. .
“Ananı da al git, terörist başına sayın şehide kelle, yedirmeyiz, yedirtmeyiz” vb. gibi tümceleri siyasi argo sözlüğüne kazandıran bir başbakanımız var. Bu yönden zenginiz maşallah…
Ve bu konuşmada asılında “ulan” kelimesi Ahmet Kaya’yı anlatışının da önüne geçmiştir.

Aslında o yıllarda hatırlarsanız Ahmet Kaya’ya bir linç kampanyası başlatılmıştı. Halbuki tek derdi kendi dilinde bir şarkı ve klip yapmaktı. Şimdi o yıllardan bu yıllara bakıldığında gelinen nokta ortada... Bırakın şarkıyı türküyü resmi olarak Kürdistan’ı bile tanımış olduk.  Tüm bunların üstüne bir de kalkıp Ahmet Kaya’ ya bunları yapanlar bugünün "GEZİ’cileri" diyorsun... Eee sorarlar adama bu perhiz bu ne lahana turşusu diye.

Sonra bir diğeri de kalkmış Ahmet Kaya yaşasaydı gezide eylemlere katılırdı diyor. Yani herkes onun üzerinden siyaset yapıyor ama yaşarken düşüncelerine ne saygı ne de tahammül ettiler... Olup bitenleri herkes gibi onlar da izlediler…


Ben söyleyeyim size Ahmet Kaya yaşasaydı şu günün Türkiye’sinde ya Ergenekon'dan ya KCK'dan içeri tıkılırdı. Ya da hala memleket hasreti içerisinde kıvranırdı. Çünkü şuan onun adını dillerine pelesenk yapan siyasiler onun düşünce yelpazesini bilmedikleri için böyle dar ve kıt pencerelerden bakıyorlar.  Ve bugün gün gelecek aynı kıt ve dar görüşle aynı palavralar ile şu anki iktidar olmasa dahi onların zihniyet ürünleri aynı şeyleri Balbay için Tuncay için söyleyecekler... Eee tabi ama iş işten geçince konuşmak kolay olacak... Asıl maharet kişi yaşarken bir şeylerin kıymetinin bilinmesi, düşüncelere saygının ve hak edilen değerin o düşüncenin asıl sahibi yaşarken verilmesi gerekir ki siyaset asıl siyaset, demokrasi asıl demokrasi olsun… Yoksa gerisi işkembe-i kübra…

Vayyy be… Nerelerden nerelere geldik… Ahmet Kaya’yı terörist ilan eden, adını anmaya sakınan siyaset, bugün bülbül, bugün aklama derdinde… Ben size söyleyeyim mi birader, tüm bu siyasetin kirli oyunlarına inat her şeyi bir kenara bırakın (isterseniz de atın), Ahmet Kaya yaşasaydı ve ister içeride ister dışarıda her şeye rağmen o heybetli o muhalif ve asi duruşuyla türkülerini söylemeye devam ederdi. Ve şüphesiz sağcısı-solcusu, komünisti-faşisti, lazı-kürdü, her kesimden insan da hala bugün olduğu gibi hayranlıkla dinlemeye…  

Cümbür Cemaat





İlhami Yangın’ a ait ister anı deyin ister araştırma her iki dala da uyan bir kitap… Öncelikle şunu belirtmek isterim ki kitap bir solukta okunacak türde… Dili sade ve basit, üslupta zorlama yok. Hatta ve hatta kitapta geçen konuların gerçek olduğuna o kadar emin olmanıza rağmen acaba hayal ürünü mü kurgu mu diye bile okuyucuyu tereddütte düşürecek türde bir akıcılığa sahip…
Hatta yer yer yok canım!
Habi bee!
Harbiden mi?
Allah Allah bu kadar da olmaz!

Yuhh yani! Vb. gibi hayret ünlemlerini içinizden geçirebilirsiniz…

Kitabın fiziki özelliklerine gelecek olursak 2012 basımı, 13,5x19,5 cm boyutlarında, ciltsiz, 232 sayfa…  İçindekiler ve giriş bölümü malumunuz üzere çoğu kitapta olduğu gibi bu kitapta da var.

Bilgi yayınevinden çıkan bu kitap yazarın da birebir içinde olduğu cemaatin Türkiye’ye eski iki Mit ajanını çağırması ve kendi adamlarına Ankara’nın göbeğinde bir çiftlik evinde kasetleme, dinleme, istihbarat alanlarında eğitmesinin “hikâyesi” demeyeceğim, gerçekleşen olaylarını anlatıyor…  Yazar gerçekten öyle bir anlatmış ki hem bir solukta okunuyor hem de hikâye tadında dimağda bir tat bıraktırıyor.

Hatırlarsanız seçimden bir tık önce CHP ve MHP’nin kaset olaylarını... İşte bu olayların altında cemaatin olduğu, daha onlar gibi Türkiye’yi dört bir koldan kuşatan dinleme, izleme, kasetleme merkezlerinin olduğunu savunan bir kitap…  Hatta durum öyle bir hal almış cemaat kendine ait evleri bile dinlemiş, izlemiş acaba patlak çatlak var mı diye…  İddialar, yaşananlar hep birinci ağızdan…  Daha neler neler insanın okudukça dudağı uçuklar…

Tuncay Özkan, Uğur Dündar, Aydın Doğan, Emin Çölaşan birçok siyasi ve bürokrat hatta son damlayı taşıran ise kitapta ismi gizli tutulan ve (ancak benim de tahmin ettiğim) milliyetçi kimliğiyle tanınan bir Prof’un hakkında yayılan iddialar bardağı taşıran son damla oluyor. Ne açıdan derseniz... Yazar ve onun bilgi kaynağı açısından. Çünkü yazar da diğer iki MİT’çi de kendini milliyetçi olarak nitelendiriyor. Ve cemaatin yaptığı bu son Prof. olayı eski iki Mit’çiyi de vicdan muhakemesi yapmasına sebep oluyor. Sonra İlhami’nin samimi olduğu yani eski dostu eski Mit’çi tüm bu olup bitenleri İlhami’ye anlatıyor. Üstelik tüm bu anlatılan realite bizim vergilerimizle gerçekleşiyor.

Emin Çölaşan’ın tahrif edilmiş belgelerinden tutun da daha birçoklarının bir gün lazım olur mantığıyla her şeylerinin belgesini, bilgilerini toplayıp arşivleyen, kasetleyen bir cemaatin aslında İslamiyet’le alakasının olmadığını yazar açıkça gözler önüne seriyor.

Kitabın sonuna gelindiğinde Çölaşan’ın kazanmış olduğu davanın belgeleri yer alıyor. Aslında yazar bir nevi özür dilerken bir taraftan da cemaatten öç alıyor, meydan okuyor bu belgeleri yayınlamakla…

dikkat edici cümleleri ise arka kapakta yer alıyor. Kulak verelim.
“İslamiyet’le uzaktan yakından hiçbir alâkası olmadığı halde "cemaat" adını kullanan bir canavar, ülkemizin kalbine, beynine çöreklenmiş, en yetişmiş insanlarımızı bile bir değirmen gibi ezerek un haline getiriyor, bütün kadroları eline geçiriyor; önemli mevkilerde görev yapanlar, işadamları, kanaat önderleri, herkes dinleniyor, izleniyor, kasetleniyor; bunları yaparken de vatandaşın vergilerini harcıyor”

Okuyucu notu; alınıp okunması ısrarla tavsiye edilen bir kitap… Gerek zihninizde gerek yaşamınızda çok ayrı pencereler açtıracak bir kitap “Cümbür Cemaat”…

Okuyucu Dipnotu; kitapta bahsedilen iddiaların tamamının gerçek, yaşanmış, gazetelere konu olmuş olmasına rağmen Cumhuriyet Savcılarının da neden suskun kaldığı, hiçbir soruşturma, kovuşturma açılmadığı da merak konusu…

Popüler Yayınlar

Yasal Uyarı

Yayınlanan yazılar ve şiirler özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazı ve şiirler aktif link verilerek kullanılabilir.